GRAMSCI ve GELISME

GIRIS ARREST-03 MI-2003 ARITMI-03 SOLUNUM-03 Photo Page AMBLNSKAZA MUKERRER ASILSIZ VAKAREDDI ILETISIM ASKER TRAFIKAZA-03 YENIDOGAN DOGUM-03 BAGLANTILAR OLAY YERI AFET AFET2 OLUM-03 SIGARA KANSER ENFEKSIYON KANSER KANSER SIKLIGI GSMH KANSER KANSER ONYIL SITMA KANSER HAVA KANSER KALP KANSER MESLEK KANSER ENDOKRIN KANSER RADYOLOJI KANSER HLA DUZENI KADIN ACIL-03 BEBEK TRIAJ ZEHIRLENME-03 PSIKIYATRI-03 MEVSIM-02 MEVSIM-03 MEVSIM-04 HLA GENLERI KANSER-02 KANSER-03 TRAVMA-02 HODGKIN S DISEASE BREAST BRCA PARAMEDIK-04 ISDOYUMU OZURLU1-04 OZURLU2-04 OZURLU3-04 ISDOYUMU-01 KARSINOGENEZIS SERVIKS CA KANSER KAYITLARI ERGONOMI ISKAZA(37-99) GRAMSCI TURKCAN ERCAN ERBAS YAYINETIGI AP NEDENLERI CINSELHASTALIK CINSELDAVRANIS SAGLIKFELSEFESI HEKIMLIKFELSEFESI DUNYADAISSAGLIGI OSMANLIISSAGLIGI ULUSLARARASI INSANIN DEGERI ANALJEZIK-02 MESLEKODASI INSANHAKLARI VERIMLILIK DONERSERMAYE PARTIveSAGLIK KURESELLESME About Blog

ΑNTONIO GRAMSCI DE TEKNOLOJI ve GELİŞMENIN YERI

Ahmet Haki Türkdemir

Ankara, Kasım 2004

 

İÇİNDEKİLER

HAYATI ve ESERLERİ 3

SİYASET   4

PARTİ 5

SANAYİ-EKONOMİ 6

GÜÇLER DENGESİ 7

BUNALIM    8

DEVLET   9

HUKUK   10

SİVİL TOPLUM    11

DEĞERLENDİRME  12

HAYATI ve ESERLERİ

Antonio Gramsci (1891-27.04.1937), İtalyan düşünür ve Marksizm’in kuramcılarındandır. Sardunya adasındaki Ales kasabasında doğmuştur. Estetik, toplumbilim, felsefe tarihi, İtalyan Kültür tarihi üzerine inceleme ve araştırmaları ve Katolikliğe karşı eleştirileri ile ünlüdür. İdealizme karşı yazdığı yazıları ile etkili olmuştur. Alt ve üst yapılar arasındaki, emekçi sınıfı ile aydınlar arasındaki zorunlu ilişkileri açıklamaya çalışmıştır. Ordine Nuovo (Yeni Düzen) isminde bir gazete çıkartmıştır (1919). Togliatti ile birlikte İtalyan Komünist Partisini kurmuş (1923), milletvekili seçilmiş (1926) ve bu sırada faşizme karşı çıkışları nedeniyle tutuklanmıştır (1928). Torino Üniversitesi’nin felsefe, tarih ve filoloji bölümlerini bitirmiştir.

Başlıca yapıtları; Lettere del Carcere (Hapishaneden Mektuplar,1947), Il Materialismo Storico e la Filosofia di Benedotto Croce (Croce’nin Tarihsel Materyalizmi ve Felsefesi,1948), Gli Intellettuali e l’Organizazzione della Cultura (Aydınlar ve Kültürün Örgütlenmesi, 1949, Aydınlar ve Toplum adıyla Türkçe yayınlanmıştır.), Il Risorgimento (Diriliş, 1949), Note sui Machievelli, sulla Politica e sulla Stato Moderno (Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine Notlar, 1949, Modern Prens adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir.),  Letteratura e vita Nazionale (Edebiyat ve Ulusal Yaşam, 1950),

Gramsci üzerine yapılan inceleme ve derlemeler; N.Bobbio, J. Texier, “Gramsci ve Sivil Toplum”, H. Portelli “Gramsci ve Tarihsel Blok”, Y. Öner “Din Üretim Biçimleri Üstüne Tarihsel Uzlaşma”, J. Texier “Gramsci ve Felsefe”, G. Veregnani “Çocuklarıma Mektuplar” adıyla Türkçe yayınlanmış bulunmaktadır.

GORUSLER

Gramsci’ye göre; Machiavelli’ye kadar siyaset bilimi ütopya ve risale gibi iken Machiavelli hayal gücüne yer veren sanatsal bir biçim sağlamıştır. “kolektif irade”nin “insan biçiminde” bir önderde kişileşmesini sağlamıştır. Birey olarak “Prens”in kendisi değil yönetici olarak halkla bütünleşmiş bir yönetimi aktarmaktadır.[1]

Bu anlamıyla Modern Prens günümüzdeki kolektif iradenin bir araya gelme eğilimini gösteren siyasal partinin ilk hücresini oluşturmaktadır. Ulus-halka ilişkin kolektif iradenin harekete gelip gelişmesini sağlayacak koşulların sanayi üretimi alanında uygun bir biçimde gelişmiş ve belirli tarihsel-siyasal kültür düzeyine ulaşmış, kentli toplumsal gruplarda aranmalı, köylülükteki çiftçilerin oluşturduğu büyük kitleler siyasal yaşama aynı anda birden girmedikçe, hiçbir ulus-halka ilişkin irade olanaklı olmayacaktır. 1815’den sonraki bütün tarih, geleneksel sınıfların bu türden bir kolektif iradenin oluşmasını engellemek, edilgen dengeli bir uluslararası sistemde “ekonomik-korporatif” egemenliği sürdürmek için gösterdikleri çabayı sergilemektedir.[2]

Bu çerçeveden hareketle entelektüel ve moral bir reformun aynı zamanda ekonomik reform programı ile bütünleşik biçimde olması gerektiğini belirtir.

Tarihin ilerici gücünün “bilinmeyenler”de olduğu düşünülmekte ve bu bakımdan dolaysız bir sonuca, geleneksel ideolojiye dayanan birliğin dağıtılması sonucuna ulaşılmaktadır.[3]

Sorun; özerk bir bilim olarak siyaset, yani sistematik bir dünya kavrayışında, bir praksis[4] felsefesinde siyaset biliminin aldığı ya da alması gereken yer sorunudur. Eğer siyaseti tarihle bir tutar isek siyaset farklılıkları olarak elimizde üst yapılar sistemi kalacaktır. Siyaset kalıcı eylemdir ve kesinlikle ekonomi ile özdeş olduğu sürece kalıcı örgütlerin oluşmasına neden olur. Ama siyaset ekonomiden farklılaşır da ve bu nedenledir ki, ekonomi ve siyasetten ayrı ayrı söz edilebilir.[5]

İlk esas şudur; gerçekten hükmedilenler ve hükmedenler, yönetenler ve yönetilenler vardır. Toplumsal olarak homojen bile olsa aynı grubun içinde hükmedilenler ve hükmedenler bölünmesi vardır. Grubun içinde ilke saptanınca, itaat kendiliğinden olacaktır. Ortak duygunun, ortak felaketlerin büyük bir bölümünün gereksiz özverilerin önünün alınmasına çalışılmadığından meydana geldiği görülmektedir.[6]

PARTİ

Modern çağda, yeni Prensin baş aktörünün kişisel bir kahraman olmayıp siyasal parti, yani farklı ulusların farklı iç ilişkileri içinde her zaman yeni bir devlet tipi kurmayı amaçlayan, akla uygun ve tarihsel bakımdan bu erekle kurulmuş belirli bir parti olacağı söylenebilir.[7]

Yönetimde tek ve totaliter bir parti bulunan ülkelerde; parti artık siyasal bir işleve sahip değildir, siyasal işlev dolaylıdır. Böylesi partilerde özel bir siyasal sözlük kullanıldığından kültürel işlevler başatlık kazanır, yani siyasal sorunlar kültürel biçimlere bürünür ve böylece çözülemez duruma geçerler. Kitle yalnızca “manevra”ya konu olur ve kendi içindeki çelişki ve yoksullukların kendiliğinden çözülüp, iyileştirileceğini anlatan ahlaki vaazlarla, duygusal dürtüklemelerle, gelecekteki masal çağlarından söz eden mesihvari esatirlerle doldurulur.[8]

Bir partinin varolması için üç temel öğenin var olması gereklidir:

Sıradan ve ortalama kişilerin meydana getirdiği yaygın öğe; bu kişilerin katılmaları yüksek düzeyde örgütçülük ve yaratıcılık değil de disiplin ve sadakat sayesinde sağlanır.

Başlıca birleştirici öğe; ulusal alanda merkezi ve kendi başına bırakıldığında hiçbir değeri olmayacak bir güçler bütününün etkin ve erkin kılar.

Bir aracı öğe; ilkini ikincisi ile yalnız fizik anlamda değil, moral ve entelektüel anlamda da temasa geçirir ve birleştirir.

Uluslararası savaşlarda ulusların her birinin ötekinin iç kavgalarla zayıflatılmasında çıkarı vardır. Partiler de iç kavgaların öğesi olarak kendi öz iradeleri sonucu mu, yoksa yalnızca başkalarının çıkarı için mi vardırlar sorusunun ortaya atılması her zaman olasıdır.

Her partinin kolluk işlevi vardır. Güçten düşmüş gerici güçleri, yasallık çerçevesi içinde tutmaya çalıştığı ve geri kalmış kitleleri yeni yasallık düzeyine yükseltmek istediği zaman ilericidir; tarihin canlı güçlerini baskı altında tuttuğu ve arızi, tarihe ters düşen aşılmış bir yasallığı sürdürdüğü zaman gericidir. Parti ilerici olduğu zaman “demokratik” bir biçimde, gerici olduğu zaman “bürokratik” biçimde işler. İkinci durumda bir karar organı olmaktan çıkarak, uygulayıcı, polis organı halini alır.[9]

SANAYİ-EKONOMİ

Büyük sanayiciler yeri geldiğinde varolan tüm partilerden yararlanırlar, ama kendi öz partileri yoktur. Öte yandan tarımcı ve sanayiciler arasında sürekli sıkı çıkar ilişkileri vardır.

Ekonomik faaliyetin sivil topluma özgü olduğu ve Devletin [bu faaliyetin] düzenlenmesine karışmaması gerektiği iddia edilmektedir. Bu durumda bir devletin yönetici personelini ve aynı devletin ekonomik programını, yani ulusal gelirin dağılımını değiştirmeye yönelmek durumunda olan bir siyasal programdır. Öyleyse söz konusu olması gereken yeni bir siyasal toplumun oluşturulup, örgütlenmesi değil, hükümet eden yönetici partilerin kendi aralarında devredilip yer değiştirmeleridir.[10]

Saf Marksizm’de kütle halinde ele alınan insanlar tutkularına değil de ekonomik zorunluluklarına itaat ederler. Oysa siyaset gibi vatan da bir tutkudur. Bir hareket iktidara geçerse, kaçınılmaz olarak egemen grubun ilerici hizbi sonuçta er ya da geç yeni hükümeti denetim altına alacak ve devlet aygıtını kendi çıkarına çevirmek için onu araç olarak kullanacaktır.

Ekonomizmci varsayım dolaysız bir güç öğesinin, yani dolaylı olsun, dolaysız olsun bir çeşit mali desteğin hazırda bulunduğunu ileri sürer ve bununla yetinir. Ekonomik atılımı geleneksel siyasetin engellerinden kurtarmak, yani yeni bağdaşık, iç çelişkileri olmayan, ekonomik-siyasal nitelikli tarihsel bir bloğu gerçekleştirmek bakımından massedilmesi gerekli bazı güçlerin siyasal girişimi her zaman gereklidir.[11]

Belirlenmesi ve geliştirilmesi gereken bir başka nokta siyasal eylem ve devlet yaşamındaki “çifte perspektif” olmaktadır. İlk perspektif ne kadar çok dolaysız ve çok sade ise, ikincisi o kadar uzak, karmaşık, yüce olması gereği ortaya çıkabilir. İnsan yaşamında olduğu gibi; bir birey ne kadar kendi dolaysız fizik varlığını korumak durumunda kalırsa, uygarlık ve insanlığın karmaşık ve daha yüce bütün değerlerini o kadar destekler ve bu değerlerle kendini o kadar özdeşleştirir.[12]

Öngörünün yalnızca, bir hareket olarak, şimdiki ve geçmiş zamanı iyi görmek anlamına geldiği kesindir; iyi görmek sürecin temel ve kalıcı öğelerini doğru olarak belirlemek demektir. Bütünüyle “nesnel” bir öngörüyü düşünmek saçmadır. Her öngörme ediminin, doğa bilimlerindeki benzeyen düzenlilik yasalarının belirleneceğini bir ön kabulle varsaydığı genel olarak düşünülmektedir. Bu durumda olması gereken somutluktur, hatta gerçeğin biricik gerçekçi ve tarihsi yorumudur, sadece edim durumunda tarih ve felsefedir, yalnızca politikadır.[13]

GÜÇLER DENGESİ

Bir ulusun dolaysız ekonomik yaşantısı ne denli uluslararası ilişkilere bağımlıysa, bir parti de o denli bu durumu simgeler ve bu durumu sömürecek başka partilerin başa geçmelerini engeller. Bir yapı incelenirken organik hareketleri adına “konjonktür hareketleri” diyebileceğimiz geçici hareketlerden ayırt etmek gereklidir. Tarihsel-siyasal çözümlemelerde sıkça düşülen yanlış, organik olanla geçici olan arasındaki ilişkiyi tam kavrayamamaktır. Güç ilişkisinde değişik düzeyler belirlenmelidir.[14]

Nesnel, kişilerin iradelerinden bağımsız, fizik bilimlerine özgü sistemlerle ölçülebilir, yapıya sıkı sıkıya bağlı toplumsal güçler arasındaki ilişki,

Siyasal güçlerin ilişkisi; değişik toplumsal grupların erişebildikleri homojenlik, kendi kendinin bilincine varma ve örgütlenme düzeylerinin değerlendirilmesi,

Her keresinde doğrudan doğruya kesin olan askeri güçlerin ilişkilerinden meydana gelen ilişkiler.

Tarihsel gelişme, birinci ve üçüncü momentler arasında ikinci momentin aracılığı ile salınır.

Her durumda, güçler dengesi, dengeyi bozmakta çıkarı olan ve gerçekten de böyle yapan toplumsal grubun yoksullaşmasıyla ilişkili dolaysız mekanik nedenlerle bozulmadığı, tersine bu dengenin sınıf prestijine ve bağımsızlık, özerklik ve güç duygularının yok edilmesiyle ilintili olan ve dolaysız ekonomik yaşamın üstündeki aykırılıklar çerçevesi içinde bozulmuştur.[15]

Büyük devletler uygun uluslararası konjonktürlere etkin biçimde karışmak için her zaman hazırlıklı oldukları için büyüktürler, konjonktürler de, aynı biçimde, etkin bir biçimde karışabilmesi için somut olanakları sağladıkları için uygundurlar.[16]

BUNALIM

Tarihsel yaşamlarının bir noktasında toplumsal gruplar geleneksel partilerinden ayrılırlar, yani, belirli bir örgütlenme biçimi içinde, kendileri tarafından kurulan, temsil edilen ve yönetilen belli kişilerle geleneksel partiler artık sınıfın ya da sınıf hizbinin ifadesi olarak kabul edilmezler. Bunalım ani olarak tehlikeli durumlar yaratır, çünkü halkın değişik tabakaları hızla yol bulma ve aynı hızla yeniden örgütlenme yeteneğine sahip değildir. Bunalım, organik çözümle değil de karizmatik önderin başa getirilmesiyle sonuçlanırsa, bu durağan bir dengenin varolduğu, hiçbir grubun, ne tutucu, ne de ilerici grubun zafer kazanma gücü olmadığı ve tutucu grubun da bir sahip gereksindiği anlamına gelir.[17]

Ordunun hiç siyaset yapmayacağı doğru değildir, gerçekte ordu anayasayı, yani bağlı kurumlarıyla Devletin yasal biçimini koruyacaktır, onun için adına tarafsızlık denilen şey yalnızca tutucu tarafı desteklemek anlamına gelir. Bu nedenle belirli bir ülkede kendisi için, sivil, askeri ve bürokratik mesleklerin ekonomik yaşamın ve siyasal dile gelişin önemli öğesi olduğu bir tabakanın varlığı araştırmalıdır. Köylü kitleleri, vatandaş ve asker olarak pasiftir. Orduda politik bir ayrılık gerçekleşirse, bu yatay değil, yönetici kliklerin rekabetinden ötürü dikeyine olur; birlik mücadele eden başlarını izlemek için bölünür. Askeri yönetim iki anayasal yönetim arasında bir parantezdir; askeri öğe düzeni ve sürekliliği sağlamak için yedek bir güçtür, “yasallık” tehlikeye düşünce “açık bir biçimde” işleyen politik bir güçtür.[18]

Sezarizm, içinde mücadelede bulunan güçlerin yıkım halinde dengeye geldiği, mücadelelerin devamı halinde sonuçta karşılıklı yok olmadan kaçınamayacakları için iki tarafın da birbiri ile dengeye geldiği bir durumu dile getirmektedir.[19]

Modern dünya içindeki yıkım beklentileri barındıran denge, her ne kadar bezdirici ve kanlı da olsa, birbirlerinin içinde eriyip birleşecek güçler arasında değil de, birbirlerine tarihsel olarak deva bulamayacak ve hatta sezarcı biçimlerin gündeme gelmesiyle özellikle derinleşen, düşmanlık besleyen güçler arasında gerçekleşir.[20]

İster ilerici, ister tutucu ve isterse ara görüntüler biçiminde olsun, sezarizm olgularında yeni tarihsel olayın bütününün “temeldeki” güçlerin dengesine bağlı olduğunu varsaymak yöntem hatası olacaktır. Rusya’da Devlet her şeydi; sivil toplum başlangıç dönemlerinde, saydam ve şekilsizdi; Batıdaysa Devletle sivil toplum arasında doğru bir ilişki vardı ve devletin tökezlemesinde sivil toplumun sağlam yapısı hemen görülüyordu.[21]

Pasif devrim kavramı; siyaset biliminin iki temel ilkesinden kılı kırk yararak türetilmelidir. Hiçbir toplumsal oluşum, içinde gelişen üretken güçlerin daha da öteye ilerici hareketleri için yer buldukları sürece ortadan kalkmaz; toplum, çözümleri için gerekli koşulları oluşturmadıkça, kendisi için görev yaratmaz.[22]

DEVLET

Her toplumsal biçim ve devlet türü kendisine özgü bir memur sorunu ile karşı karşıya kalmış, bu sorunu ortaya koyma ve çözme bakımından kendine özgü bir seçme sistemine ve eğitilecek memur tipine sahip olmuştur. Devlette bürokratik merkeziyetçiliğin hakim olması, her ne kadar temel egemen çıkarlara denk düşse de, karşıt güçlerin oluşumunu denetleyip ve hatta engelleyip kendi bencil ayrıcalıklarını sürdürmeye yönelik dar bir klik halini alan, yönetici grubun doyma noktasına ulaştığını gösterir.[23]

Partiler yetenekli yöneticiler oluşturmak göreviyle yüz yüzedirler, partiler belirli bir toplumsal grubun eklemleşmesi ve çalkantılı bir karışıklıktan organik olarak hazırlıklı bir partiye dönüşmesi için gerekli yöneticileri, seçen, geliştiren, sayıca arttıran kitle işlevini yerine getirmelidir.[24]

Siyaset bilimi devlet bilimi anlamına geliyorsa, ve eğer devlet yönetici sınıfın, yalnızca zor kullanımını meşru kıldığı ve sürdürdüğü değil de, yönetilenlerin aktif onayına da ulaşmayı başardığı, pratik ve teorik etkinliklerin tüm bir bileşiğiyse, sosyolojinin gerçek sorunlarının, siyaset bilimi sorunlarından başka bir şey olmadığı açıktır.[25]

(Seçimlerde) Ölçülen bütünüyle, az sayıda bireyin, aktif azınlıkların, seçkinlerin, öncülerin vb. düşüncelerinin yayılma ve inandırma yetenek ve etkenliği, bir başka deyişle adı geçenlerin ussallığı, tarihselliği ve somut işlevselliğidir. Bu anlamı ile sorun sayısal .okluk değil, kolektif iradenin oluşturulması sorunudur.[26]

HUKUK

Tek tek bireyler nasıl kolektif insanda özdeşleşmeyi başaracak ve nasıl onay ve işbirlikleri sağlanarak, zorunluluk ve zorlama nasıl özgürlük haline getirilerek, tek tek bireylere eğitim baskısı uygulanacaktır? Sorun hukuk sorunudur. Hukuk kavramı, bugün yaptırımsız ve zorunlu, ödevsiz işleyen ama bunun yanı sıra kolektif bir baskı uygulayan ve geleneklerin, düşünme ve eylem biçimlerinin, ahlakın vb. gelişmesinde nesnel sonuçlar elde eden sivil toplum alanına ilişkin ve hukuksal bakımdan yansız formülüyle belirlenen etkinlikleri de içermek üzere genişletilmelidir. Sorun, çağdaş devletlerin değil de başka yerlerde aşılmış ve zamanını geçirmiş biçimlerin hala varlığını sürdürdüğü, geri kalmış ülkelerin ve sömürgelerin sorunudur.[27]

Kuvvetler ayrımının gerçekleşmesi için yapılan bütün tartışmalar ve ortaya çıkmasıyla doğan tüm doktrin er hukuk kuralları, belirli bir tarihsel dönemin sivil toplumu ile siyasal toplumu arasındaki mücadelelerin sonucudur. Halkın bütün makamlara seçimle gelinmesine ilişkin talebi, hem aşırı bir liberalizme, hem de aynı zamanda bizzat liberalizmin çözülüp dağılmasıyla ilintilidir.[28]

Özünde yeniliklerden yana olması gereken bir hukuk anlayışına, öteden beri varolan hiçbir doktrinde bütünsel olarak rastlamak mümkün değildir. Hukuk anlayışının her türden aşkın ve mutlak kalıntıdan, pratikte her türlü ahlakçı bağnazlıktan arındırılması gereklidir. Hukuk devletçe gerçekleştirilen uygarlaşmaya ilişkin tüm olumlu etkinliklerin bastırıcı ve olumsuz yanını oluşturur. Oysa hukuk anlayışına bireylerin, grupların ödüllendirici etkinlikleri de sokulmalıdır.[29]

Hukuksal düzen, farklı kamu kurumlarını kendi gerçek varlıkları içinde inceleyip çözümlediğinden ötürü varlık bilimsel-ontolojik ve analitik iken, siyasal düzen, farklı kurumları oldukları durumlarıyla değil de nasıl olmaları gerektiği bakımından, yani hukuksal olmayan ve olamayacak, amaca uygunluk yargıları ve değerlendirme ölçütleriyle incelediğinden, deontolojik ve eleştireldir.[30]

SİVİL TOPLUM

Sivil toplum, siyasal toplumla fiilen o denli iç içedir ki, bütün vatandaşlar siyasal partinin aksine hüküm sürdüğü ve hükümet ettiği kanısındadırlar. Devamlı hareket halindeki bu gerçeklik üzerinde geleneksel türden bir anayasa hukuku oluşturmak olanaksızdır. Olanaklı olan, yalnızca devletin bizzat ereği bakımından sona ermesini, ortadan kalkmasını, başka bir deyişle, siyasal toplumun sivil toplum içinde yeniden erimesini dile getiren bir ilkeler sistemi oluşturmaktır.[31]

Eleştirel yoldan insanın kendi sınıf bilincine varması demek, tarihsel ve politik olarak bir seçkin aydın sınıfının yaratılması demektir: Bir insan yığını (sözcüğün en geniş anlamında) örgütlenmeden, kendini başkalarından ayırt edemez, <kendiliğinden> bağımsız bir duruma geçemez.... Gelişme süreci, bir aydın-halk diyalektiğine bağlıdır. Aydınlar takımı hem nicelik, hem nitelik olarak gelişir....[32]

Dünya görüşlerinin kurulması ve yayılması konusunda, politik partilerin modern dünyadaki önemini belirtmek gerekir. Bu partiler önemlerini asıl, dünya görüşlerini uygun bir ahlak ve politika yaratmalarından ve bunların tarihsel <deneycileri> olarak çalışmalarından almaktadırlar. Partiler, pratik ve kuramsal alanda etkin yığınları seçerler... partiler bir takım yeni düşünsel ve toptancı kavramlar ortaya koyarlar, yani, gerçek tarihsel bir süreç olarak, pratik ile kuram arasında birleştirici bir pota işini görürler.... asıl sorun <ekonomik bakımdan etkili olan her yığını> eski kalıplara göre değil, organik yeniliklerle yönetmektir. Bu yenilikler, başlangıçta ancak seçkinlerin aracılığıyla bir yığın niteliğini alabilir. Çünkü, bu seçkinler için, insan çabasında bulunan düşünce, bir ölçüde, sistemli ve tutarlı bir bilinç, açık ve kesin bir istenç olmuştur.[33]

DEĞERLENDİRME

Siyaseti, toplumun yönetiminde bir etkinlik olarak ele alan Gramsci, devleti de bu yönetimin etkin aracı olarak görmekte, bu aracı ele geçiren partiler aracılığı ile gerçekleştirileceğini belirtmektedir.

Devlet aygıtının ele geçirilmesinde ise farklı ilişkiler ağı içerisinde üretim sürecindeki sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket eden güçlerce yönlendirilebileceğini ileri sürmektedir.

Bu noktada tarihsel zorunluluk kavramını irdeleyerek, Klasik Marksizm’de ileri sürülen toplumsal evrimin kendiliğindenciliğinin söz konusu olamayabileceğini belirtmektedir. Güç ilişkilerinin dengeleri arasında var olan düzenin koruyuculuğunun sadece tutucu güçlerce destekleneceğini var saymaktadır. Ayrıca bu durumu sağlamada orduların da etkin rol alacağı, en iyimser koşullarda ordu içinde dikey bir bölünmeden bahsedilebileceğini belirtmektedir.

Devlette seçimlerin ve rejimin sadece egemen güçler arasındaki bir yer değiştirmeden ibaret olmaması için “sivil topluma” (siyaset dışı olan)  baskı uygulamayan bir hukuk sisteminin var olmasına bağlı olduğunu belirterek, siyasal olanın sivil olan içinde erimesi sonucunda devletin yok oluşunu sağlayacak ilkeler bütünü sayesinde gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir.

Durum gerçekten de böyle midir? Sermayenin kendi iç çatışmalarının düzenlenmesi için kurulmuş olan devlet aygıtı, daha sonra sosyal devlete dönüşerek, sermaye ile emek arasında bir denge unsuru olmuş, günümüzde ise uluslar arası sermaye karşısında emeğin koruyucusu haline gelmiştir. Bu özellikle az gelişmiş ve geri kalmış ülkeler için geçerlidir.

Küreselleşme ile birlikte sermaye hareketleri ulusal sınırları aşarak uluslararası alana sıçrarken, emek için sınırlı kalmayı sağlamak için devleti kullanmaktadır. Ancak devletin bu rolü değiştirilemez mi? Devlet aygıtı ve toplumun yeniden örgütlenmesini sağlayacak yeni bir mekanizma ile toplumun sivil güçlerinin (siyaset dışı-yönetim erki dışında kalan) örgütlenmesi sayesinde, uluslararası sermayeye karşı koruyucu devlet örgütü haline dönüştürülmesi sağlanamaz mı?

Sermayenin devleti, sendikal bir devlet haline dönüştürülmesi sayesinde, kendi üretim güçlerine sahip olan toplumların gerek yerel, gerekse küresel alanda, uluslararası sermayenin bu başıboşluğuna karşı çıkabilme gücü vardır ve bu ulusal örgütlenmeler sayesinde uluslararası başıboşluk bir disiplin altına alınabilir. Ancak bu süreç kolaylıkla sağlanamayacaktır.

Bunun için tek tek bireylerin olduğu kadar ulusal düzeydeki devletlerin de bilinçlenmesi ve örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Tam bu noktada devletin yeniden örgütlenmesi ve geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Sonuç olarak devlete olan ihtiyaç her zamankinden daha fazla olarak varlığını sürdürmektedir. Bu sağlayacak güç ise sadece ekonomik gelişmeler ışığında değil, bilim ve teknoloji gibi Marksist kavramlarca aşağılanan üst yapı kurumları aracılığı ile sağlanabilecektir. Gramsci’nin farkı bu dönüşüm için bir başka üst yapı kurumu olan hukuksal üstünlüğün sağlanmasını göstermesindedir. Ancak diğer üst yapı kurumlarının da diğer dönüşümler için zorunlu olduğunu bugün görmemek olanaklı değildir.

DIPNOTLAR


[1] A. Gramsci, Modern Prens s.8

[2] Modern Prens s.11

[3] Modern Prens s.16

[4] Praksis: İnsanların dünyayı ve kendilerini değiştiren kuramsal ve kılgısal eylemlerinin tümü (bk. O. Hançerlioğlu; Felsefe Ansiklopedisi, İstanbul, 1978, C.5, s.237)

[5] Modern Prens s.23

[6] Modern Prens s.31-33

[7] Modern Prens s.36

[8] Modern Prens s.40

[9] Modern Prens s.47

[10] Modern Prens s.55-61

[11] Modern Prens s.64-67

[12] Modern Prens s.69-70

[13] Modern Prens s.71-73

[14] Modern Prens s.76-84

[15] Modern Prens s.87

[16] Modern Prens s.89

[17] Modern Prens s.90-92

[18] Modern Prens s.93

[19] Modern Prens s.97

[20] Modern Prens s.107

[21] Modern Prens s.109-119

[22] Modern Prens s.122-127

[23] Modern Prens s.134-136

[24] Modern Prens s.142

[25] Modern Prens s.143

[26] Modern Prens s.147-150

[27] Modern Prens s.151

[28] Modern Prens s.158

[29] Modern Prens s.161

[30] Modern Prens s.167

[31] Modern Prens s.172

[32] Aydınlar ve Toplum s.52

[33] Aydınlar ve Toplum s.53

[9] Modern Prens s.47

[10] Modern Prens s.55-61

[11] Modern Prens s.64-67

[12] Modern Prens s.69-70

[13] Modern Prens s.71-73

[14] Modern Prens s.76-84

[15] Modern Prens s.87

[16] Modern Prens s.89

[17] Modern Prens s.90-92

[18] Modern Prens s.93

[19] Modern Prens s.97

[20] Modern Prens s.107

[21] Modern Prens s.109-119

[22] Modern Prens s.122-127

My Contact Information

Links to Other Sites