OSMANLI DONEMI IS SAGLIGININ GELISIMI

GIRIS ARREST-03 MI-2003 ARITMI-03 SOLUNUM-03 Photo Page AMBLNSKAZA MUKERRER ASILSIZ VAKAREDDI ILETISIM ASKER TRAFIKAZA-03 YENIDOGAN DOGUM-03 BAGLANTILAR OLAY YERI AFET AFET2 OLUM-03 SIGARA KANSER ENFEKSIYON KANSER KANSER SIKLIGI GSMH KANSER KANSER ONYIL SITMA KANSER HAVA KANSER KALP KANSER MESLEK KANSER ENDOKRIN KANSER RADYOLOJI KANSER HLA DUZENI KADIN ACIL-03 BEBEK TRIAJ ZEHIRLENME-03 PSIKIYATRI-03 MEVSIM-02 MEVSIM-03 MEVSIM-04 HLA GENLERI KANSER-02 KANSER-03 TRAVMA-02 HODGKIN S DISEASE BREAST BRCA PARAMEDIK-04 ISDOYUMU OZURLU1-04 OZURLU2-04 OZURLU3-04 ISDOYUMU-01 KARSINOGENEZIS SERVIKS CA KANSER KAYITLARI ERGONOMI ISKAZA(37-99) GRAMSCI TURKCAN ERCAN ERBAS YAYINETIGI AP NEDENLERI CINSELHASTALIK CINSELDAVRANIS SAGLIKFELSEFESI HEKIMLIKFELSEFESI DUNYADAISSAGLIGI OSMANLIISSAGLIGI ULUSLARARASI INSANIN DEGERI ANALJEZIK-02 MESLEKODASI INSANHAKLARI VERIMLILIK DONERSERMAYE PARTIveSAGLIK KURESELLESME About Blog

IS SAGLIGININ GELISIMI

Ahmet Haki TÜRKDEMİR

Kasım 2003, Ankara

İÇİNDEKİLER

Giriş  1

I. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Öncesi Dönem   1

I.1. İlk Yasal Düzenlemeler 2

I.1.1. Dilâver Paşa Nizamnamesi 3

I.1.2. Maadin Nizamnameleri 3

I.2. Osmanlı Dönemindeki Çalışma Koşulları ve İşyerlerinin Özellikleri 5

I.3. İlk İşyeri Hekimlerinden: Arhangelos Gavrili 7

I.4. Parti Programlarında Çalışma İlişkileri 7

I.5. İşçi Örgütlenmeleri 8

I.6. İş Sağlığı ile İlgili Genel Düzenlemeler 10

I.6.1. Tatil-i Eşgal Yasası 10

I.6.2. Sıhhiye Nizamnamesi 10

II. Kurtuluş Savaşı Sırasında İş Sağlığı 11

II.1. Savaş Yılları 12

II.2. Top Sesleri Arasında Çıkarılan 151 Sayılı Yasa  13

III. Dönemin Değerlendirilmesi 15

III.1. Genel Sağlık Koşulları 16

SONUÇ ve DEĞERLENDİRME  17

Giriş

Ülkemizde iş sağlığı kavramının çalışma ilişkileri içinde ve onunla birlikte gelişimi ele alınmıştır. Bunun için yaşanılan dönemde yer alan siyasi, ekonomik, sanayileşme, örgütlenme ve sendikal gelişmelerle birlikte, işçi hareketleri içindeki yerleri belgeler ışığında, yasal düzenlemelerle birlikte incelenecektir.

Tanzimat’tan (1839) önce ekonomiye küçük ev ve el sanatları hakimdi. 12 nci yüzyılda, esnaf faaliyetlerini idare eden bazı tarikatlar vardı (Futnat tarikatı, Ahi tarikatı gibi). Daha sonra lonca sistemi oluşturuldu. Loncalar, 12 nci yüzyılda doğmuş ve II. Meşrutiyet’e (1908) kadar devam etmiştir. Loncalar, esnafı, örf ve adetlere göre çalışmaya zorlayan örgütlerdi. Ancak bu dönemde, herhangi bir iş sağlığı ile ilgili düzenleme bulunmamakta, daha çok meslek ahlâkı ile ilgilenilmekte idi.[1]

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Öncesi Dönem

M. Gülmez, Osmanlı İmparatorluğunun sanayileşememesi yönünden, 1838’de İngiltere ile ve sonraki yıllarda diğer devletlerle imzalanan ticaret sözleşmelerinin dönüm noktası olduğunu söylemektedir.[2] I. Dünya Savaşı başlarken yabancı sermayenin üçte ikisi demiryollarına, geri kalanı limanlar, belediye hizmetleri, bankacılık, sigortacılık, ticaret, sanayi ve madencilik kesimlerine yatırılmıştır.[3] 1883-1913 yılları arasında 46 adet ulusal nitelikte, 39 adet sanayi kurumu oluşturulmuştur.[4] 1863, Abdülaziz döneminde, esnaf ile sanayileşmeyi hedefleyen “Islah-ı Sanayi Komisyonu” kurulmuş, 1873’de Ticaret Nezareti’nin işlerine karıştığı gerekçesi ile kaldırılmıştır.[5] Sanayinin geliştirilmesi amacıyla 1909’da başlayan çalışmalar 1913’te çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkatı ile bir özendirme politikası haline getirilmiştir.[6] 1917’de toplam 407 sanayi kuruluşunda çalışan 13727 kişiye gündelik ödenmekte idi.[7] İşletme başına düşen ortalama çalışan sayısı 1913’te 75 iken, 1922’de 2,3’dür.[8]

İlk Yasal Düzenlemeler

10 Nisan 1845 tarihli Polis Nizamname’sinin 12nci maddesinde, “işini ve gücünü bırakarak salt kulların işlerini durdurma amacını taşıyan işçi derneklerini (daha doğrusu topluluklarını) ve kalabalıklarını ortadan kaldırmak ve yok etmek”[9] görevi polise verilmiştir. Ancak bir çok yazar, bunun o dönemde grevler olduğuna dair kanıt olmasından çok 1800’de çıkartılmış olan Fransız kararnamesinin olduğu gibi çevrilmesinden ve olası korkulardan kaynaklandığını belirtmişlerdir.[10]

Parlamento kurumunu siyasal yaşamımıza ilk kez sokan 1876 Anayasası[11], bazı kişi hak ve özgürlüklere yer vermiş, ancak herhangi bir yaptırıma bağlamamıştır.[12] 28 Ekim 1876 tarihli Talimat-ı Muvakkate de, seçilme hakkını emlak sahibi olmaya bağlamıştır.[13]

1863’te çıkartılan Mevadd-ı Madeniyeye Dair Nizamname’de (1278) çevre korunması ve ücretli çalışma ile ilgili aşağıdaki düzenleme yapılmıştır:

“Canib-i idareden icra olunacak tenbihat mucibince maadin mühendisleri maadin imal olunan mahallerde kain ebniyenin muhafazasına ve arazisinin zarardan vikayesine dikkat ve nezaret edeceklerdir ve maadin imalinde ahaliden istihdam olunacak amele ücret-i lâyıka ve kendi rızasiyle kullanılıp bu yüzden kimseye bir gûna zarar ve hasar vukua getirilmesine vali-i vilâyet ve mühendisleri tarafından daima takayyüt ve ihtimam olunacaktır”[14]

Dilâver Paşa Nizamnamesi

Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili ilk yazılı belge 1867 yılında yayınlanan Dilâver Paşa Nizamnamesi’dir. Temelde kömür üretimini arttırmak[15] amacıyla düzenlenmiş bulunan bu Nizamname, madenciler ile işçilerin haklarını ve bunların tümünü “ahval ve harekâtını taht-ı rapt ve intizama almak”[16] amacıyla hazırlanmıştır. 100 maddeden oluşan ve asıl adı “Ereğli Maadin-i Hümayun Teamülnamesi” adını taşıyan bu Nizamname’de:

İşçiye yiyecek ve yatacak yer temin edilmesi (m. 11),

İşçiye ait çalışma (günde on saat), dinlenme ve tatil süreleri (m. 29),

Kazaya uğrayan işçilerin tedavisiyle ilgili hükümlere (m. 30)[17] yer verilmiştir.

Uygulanması için gerekli Padişah onayından geçmemiş olmasına karşın, Ereğli Kömür Havzası’nda uygulanmıştır.[18] Bu Nizamname’yi izleyen yıllarda, “«kömür ocaklarında çalışan köylü-işçilerin çalışma şartlarında nisbi bir düzelme meydana gelmiş(tir)» ama, sonraki yıllarda iş koşulları yeniden ağırlaşarak dayanılmaz hal almıştır.”[19] Dilâver Paşa Nizamname’si, işin düzenlenmesi konusunda Maadin Nizamnamelerine oranla, daha ayrıntılı ve somut koruyucu kurallar içermektedir.[20]

Maadin Nizamnameleri

1869 (2 Şaban 1285) yılında yayınlanan Maadin Nizamnamesi ise, iş güvenliği açısından Dilaverpaşa Nizamnamesine göre çok ileri sayılabilecek hükümler getirmiştir. Maadin Nizamnamesi:

“Bir madende kaza vukuu melhuz olduğu takdirde”, maden mühendisinin gerekli tedbirleri almasını ve “Iüzum gördüğü şeyleri” o mahaldeki resmi makamlardan talep etmesini istemekte (m.75),

Nizamname maden mühendislerinin, madenlerde birer eczane, birer tabip bulundurmasını öngörmekte (m.77),

Bu nizamnameye göre, “bir madende imalattan dolayı kazazede olanlara ve ailelerine verilmek üzere mahkemece karar verilecek tazminatı mültezimler ifaya mecbur olacaklardır ve kazanın vukuu madenin sui idaresinden ve fennen lâzım olan şeylerin noksanından neşet etmişse elli altından yüz altına kadar başkaca cezayı nakdi dahi alınacaktır”(m.78) demektedir.

Bu nizamname, kusursuz sorumluluk öngörmüştür[21]. Yine aynı Nizamname’nin 66ncı maddesinde, “Maden mültezimleri madenlerde bir eczahane ile bir muktedir tabib bulundurmağa mecburdur” diyerek, ilk kez işyeri sağlığı için asgari koşullarla birlikte işyeri (muktedir tabib) hekimi bulundurma zorunluluğu getirilmiştir.

25 Ağustos 1303 tarihli Maadin Nizamnamesi:

Çalıştırılacak “memurin ve amelenin”, “mahal ahalisi”nden olmasını (m.64),

Mutlaka bir maden mühendisi bulundurulmasını ve bunların, “arzın çökmek tehlikesinden vikayesine dikkat ve nezaret edeceklerdir” (m.65) diyerek “İş Güvenliği” ile görevlendirildiklerini, bundan sorumlu olduklarını (m.68),

Madde 70’te “Maden mültezimleri madenlerde bir eczahane ile şahadetnameli bir tabib bulundurmağa mecburdur” diyerek “Diplomalı İşyeri Hekimi” bulundurma zorunluluğunu getirmiştir.[22]

Günlük çalışma süresini, Mecelle (Mecelle-i Ahkâmı Adliye, 1876)[23] gün doğuşu ve gün batışı ile sınırlamaktayken, I. Meşrutiyet sonrası günlük çalışma süresi 16 saati bulmaktadır.[24] Cevdet Paşa’nın önerisi ile fıkıh kitaplarından temel alınarak Osmanlı Medeni Kanunu’nu olarak hazırlanmıştır. Çalışma için önemi; Osmanlı döneminde işçilerin algılanma biçimini ortaya koymasıdır. Ecir denen işçi, “nefsini (kendini) kiraya veren kimsedir” (m.413), buna göre Osmanlı döneminde çalışma ilişkileri özgür köle-efendi ilişkileri olarak düzenlenmiştir.[25]

Osmanlı Dönemindeki Çalışma Koşulları ve İşyerlerinin Özellikleri

1890’lı yılların başlarında büyük bir kolera salgını başlamış, Osmanlı Devleti, İmparatorluğun sağlık işlerini yönetmek için Bongowsky adındaki bir yabancıyı getirtmiştir. O dönemde yeni mezun olmuş olan Dr. Şerafettin (sonradan Mağmumi soyadını alacak olan) kolera ile savaşmak için önce Bursa-Balıkesir bölgesine ve ardından Adana, Maraş, Halep, Beyrut ve Şam’ı kapsayan bölgeye müfettiş olarak görevlendirilmiştir.[26] Bölgede bulaşıcı olan ve olmayan tüm hastalıklar kol gezmektedir. Bursa’da lağımlar içme sularına karışmakta, Atranos’da (Orhaneli) dağ köyleri frengi kaynamakta, Çukurova’da insanlar tarlalardaki böcekler gibi dökülüp gitmektedirler. Adana’nın o günkü nüfusu 40.000’dir ve lağımlar sokaklardan akmaktadır. Tarsus’ta koleradan günde 15-20 kişi ölmektedir ve ölüleri gömecek insan bulunamamaktadır. Bu koşullarda anılarını kaleme alan Şerafettin Mağmumi dolaştığı yerlerdeki bazı işyerlerini gözlemiş ve bunları anılarında şöyle aktarmıştır:

“... Bursa’da otuz, otuz beş tane kadar ipek fabrikası vardır. Bunlar mahalle arasındadır. ... Her fabrika bir imalathane bir de koza deposu olmak üzere iki büyük binadan oluşur, işçi odaları ve öteki müştemilat dahi bulunuyor. Kozahane iplik kozalarının saklanmasına mahsustur ve ayrıca anlatılması gerekli değildir. İmalathanede, başka deyimle iş salonunda iki sıra çarklar vardır. İki dizi olmak üzere bir çok tavalar ve leğenler olup içleri sıcak ve soğuk su ile doludur. Boydan boya geçirilmiş borunun her tava ve leğen arasında muslukları vardır. Sular o vasıta ile gelir. Her tavanın önünde bir işçi oturmuş sıcak suyla dolu tavaya atılmış kozaları parmaklarıyla oynayıp çevirmekte ve çözülen ipek durmadan dönen çarklara sarılmaktadır. Suyun sıcaklığının şiddetine dayanmak için (işçiler) parmaklarını leğendeki soğuk suya daldırıyorlar.

Fabrikaların islah edilmesi (düzeltilmesi) gereken pek çok tarafı vardır.”

Ona göre kozaların sıcak suda pişmesi sonucu ortaya çıkan pis kokudan kurtulmak için vantilatörle havalandırma, çalışanların dar ve havasız yerlerde kalabalıklar halinde kalmaları ve günlük onüç-ondört saat çalışma süreleri içinde yarımşar saatlik iki paydoslarının olduğunu belirttikten sonra, çalışanların çoğunun çevre köylerden gelen Hırıstiyan kızlardan oluştuğu ve pekçoğunun yazıcı ve fabrika bekçisi tarafından kandırılarak namuslarını da yitirdiklerini belirterek, bu yönlerden işletmelerin denetlenmesi gereğinden bahsetmektedir.[27] Anılarının ikinci bölümünde Çukurova bölgesindeki çalışma koşullarından da bahsederek;

“...Çiftliklerde hayli yeni tarım gereçleri, buharlı saban ve döğen makinaları bulunmakla birlikte yine her yıl tarım mevsiminde buraya Kayseri, Niğde, Harput, Diyarbakır ve Sivas ahalisinden yüz bin kadar gureba işçi toplanmaktadır. Bunların gündelikleri ilk önce otuz kırk paradan (150 lira) başlayarak ısı artıp işler güçleşince üç dört kuruşa (5-6 yüz lira) ya kadar yükselir. İşçiler çiftliklerde bir hafta çalışıp pazartesi günü üç beş saatlik yol yürüyerek Adana’ya gelir ve geceyi açıkta geçirip Salı günü kurulan “Irgat Pazarı”na gelirler. Adı geçen günde, yanlış olmasın Adana’ya kırk elli bin işçi toplandığından sokaklar insan deryası kesilir. Adeta geçilemez. İşte bu pazarda gündelik piyasa kaça çıkarsa ona göre çiftlik sahipleri yeniden işçi tutup gönderirler. Çiftlik sahipleri işçilerine günde iki öğün yemek vermek zorundadır. Fakat çoğu bu konuda çok acımasızca davranarak simsiyah ve küflenmiş somunlar, kokmuş yağlarla pişmiş taş gibi sert pilav yediriyorlar. Bunu haber alınca il tarafından memurlar göndererek örnekler getirttim ve sağlığa zararlı olan bu hale meydan verilmemek için yerli eşraf ve soylulardan oluşan bir komisyon kurulmasını başardım.

Adana’da bu işçi sorunu gerçekten düzeltilmesi gereken bir sorundur. Çoğu soğuk bölgelerden kalkıp haftalarca yol yürüyerek Çukurova gibi sıcak ve nemli iklime geliyor. Otuz kırk para karşılığında o yakıcı güneşin altında çalışıp gecelerini açıkta geçiriyor ve böyle sağlığa zararlı yiyeceklerden çoğu ölüp gidiyor.”[28]

Tarsus’taki 480 işçinin çalıştığı iplik fabrikasından bahsettikten sonra Dr. Şerafettin Mağmumi Tarsus’ta çıkan kolera salgınının da etkisi ile ortaya çıkan durumu şöyle anlatmaktadır[29];

“...Asya kolerasının en şiddetlisinde ölüm oranı %80’dir. Tarsus’ta 83’e çıktı. .... ürün kaldırma, hasat mevsimi olmakla yöredeki köy ve çiftliklerde binlerce işçi olup bunlar açıkta ve su başlarında uçkurları ellerinde devriliyorlar. Her gün yöre yollarında ve tarlalarda böylece ölmüş beş on gariban cenazesi buluyorduk. Dördüncü olarak Hırıstiyanlar ölülerinin yıkanması ve gömülmesinde tütsüleme yapılmasına şiddetle engel oluyorlar. Kendilerinin mistik mezhep törenlerini yabancılara göstermemek için cenazelerini geceleyin kaçırıp gömmeye çalışıyorlardı.”

İlk İşyeri Hekimlerinden: Arhangelos Gavrili

İlk işyeri hekimlerinden olan Anadolu-Osmanlı Demiryolu Doktoru Arhangelos Gavrili, günlük çalışma süresinin 11 saat olduğunu, öğle yemeği ve diğer aralar (namaz, def-i hacet, vb) için ücret ödenmediğini, buna karşılık yabancı işçilere % 50 daha fazla ücret verildiğini, 30-35 yıl çalıştırılan makinistlerin “bütün kuva-yi hayatiyesini sülük gibi emdikten sonra vücutlarına arız olan zaaf sebebiyle vaki olan en ufak bir hata için gayet ağır cezalar, ceza-yi nakdiler verdikten sonra suyu alınmış limon posası gibi bir köşeye atıver(ilmiş)” olduğunu; 20 Şubat 1893 tarihli tahriratta ise, “etıbbâ-yi şirket(in) daima herşeyden evvel idarenin menafi-i umumiyesini nazar-ı dikkatten dûr (uzak) bulundurmaması(nın) iktiza et(tiği)” belirtilerek, şirket çıkarlarının işçilerin sağlığından önce geldiği açıkça anlatılmıştır.[30]

Bu dönemde, çalışanların çoğunluğunu çocuk ve kadınlar oluşturmaktadır. Eskiden beri dokuma sanayiinde genç kız ve kadın çalıştırıldığı bilinmekte iken İstanbul Kibrit Fabrikasında çalışanların yarısından çoğunun çocuk olduğu, Bakırköy Bez Fabrikasında çalışanların ise yarısının çocuk olduğu[31], savaş yıllarında, erkek işgücü açığı sorununun önemli boyutlara ulaşması üzerine “fabrikalardan atölyelere, yol yapımından sokak temizliğine kadar bir çok iş sahasında kadın işçi çalıştırılmaya başlanmıştı(r).”[32]

Parti Programlarında Çalışma İlişkileri

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908’de kabul ettiği programında “amelelerle patronların hukuk ve vezaif-i mütekabilelerini tayin edecek kanunlar vaz-ı teklif olunacaktır”[33] demektedir.

Osmanlı Ahrar Fırkası’nın 1908 tarihli programında grev hakkının tanınması, işçinin durumunun iyileştirilmesi[34], işçi-işveren arası ilişkileri düzenleyen yasalar çıkarılmasını istenmektedir.

1909’da kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası işverenler tarafından işçilere zulüm yapılmamasını[35] önermektedir.

Islahat-ı Esasiye Osmaniye Fırkası işçileri koruyacak uygun yasaların çıkartılması, yardım sandığı kurulması ve iş kazalarına karşı sigorta oluşturulmasını[36] talep etmektedir.

1910’da kurulan Ahali Fırkası işçinin temel haklarını sağlayacak bir duruma getirilmesi[37] istemektedir.

Osmanlı Sosyalist Fırkası işçi sınıflarının haklarının korunması ve yaşam düzeyinin yükseltilmesini[38] talep etmektedir.

1912’de Milli Meşrutiyet Fırkası’nın işletmelerin sağlığa uygun olması için çaba harcayacağını belirtmişlerdir.[39]

İşçi Örgütlenmeleri

1908 öncesi iki işçi örgütünden biri; başlangıcı 1868’e kadar giden 1871 Ameleperver Cemiyeti’dir. Ancak bazı yazarlar bunun bir işçi örgütü olmayıp, hayır derneği olduğunu belirtmektedirler.[40]

İkinci örgüt ise, Tophane fabrikaları işçilerinin 1894’te kurdukları, Osmanlı Amele Cemiyeti’nin kurucuları ise kuruluşundan bir yıl sonra tutuklanarak sürülmüşlerdir.[41]

1908’den sonra ise Osmanlı Terakki Cemiyeti, Mürettibin-i Osmaniye Cemiyeti, Şark ve Anadolu Demiryolları işçilerinin ayrı ayrı kurdukları derneklerin birleşmesi ile oluşturulan Anadolu Osmanlı Demiryolu Memurîn ve Müstahdemîni Cemiyet-i Uhuvvetkâranesi kurulmuştur. 1910 yılı ortalarında tütün, yükleme ve maden işçileri ile marangozlar, terziler, kunduracılar, fırıncılar, matbaa işçileri, garsonlar ve pamuk ipliği bükümcüleri sendika ve benzeri kuruluşlarda örgütlenmişlerdir.[42]

1872-1880 yılları arasında daha çok makinelere yönelen hareketler olmasına karşılık, 1872 Şubat’ındaki Beyoğlu telgrafhanesi işçilerince gerçekleştirilen hareketin, ilk grev olduğu öne sürülmektedir.[43] 1908 öncesi yapılan 23 grevin 21’i ücret alacaklarının ödenmesini amaçlamaktadır.[44] 1908 yılındaki grevler hürriyet ilanı talepli siyasal grevlerdir.[45] Bu grevlerden önce uzlaşmacı girişimler denenmiş, Anadolu Demiryolları’nın işçi ve memurları, yönetime bir dilekçe vererek “memurîn için karanlık birer sefaletgede olan yurtlarının”[46] düzeltilmesi talebinde bulunmuşlardır.[47] Bu talep, çalışanlardan yükselen ilk genel sağlık koşullarının düzeltilmesi talebi olarak değerlendirilebilir. Ancak grevlerdeki asıl taleplerin önem sıralaması ücretler, çalışma süreleri ve bazılarında da yönetim ile ilgili istekler şeklindedir.[48] Bu girişimlere karşılık olarak işveren, ücret artışı isteyen işçilere karşı Reji İdaresi “işçilere yol vermiş, fabrikalarını kapatmış”[49], “hariçten daha ucuz amele”[50] bulmuş, grevci işçileri tutuklatmış[51], gösteri yapanlar polis ve asker aracılığı ile dağıtılmış, bu sırada “bir iki kişinin (de) zedelendiği”[52] görülmüş, İngiliz sermayeli Aydın Şimendifer işçileri grevinde ise ilk ölüm gerçekleşmiştir.[53]

Hürriyet’in ilânı üzerine işçi hareketlerinde görülen artışlar 8 Ekim 1908’de (25 Eylül 1324) “Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-ı Muvakkat adlı geçici yasa yürürlüğe sokulmuştur.[54] Bu yasanın görüşmeleri sırasında Artin Efendi’nin verdiği bir takrir Layıha Encümen’i tarafından, “...amelenin fevk-al-tahammül bir derecede çalışması ihlâl-i sıhhat ve malûliyetlerine bais olacağı ve bunun asar-ı muzırresi amelenin emsal-i atiyesinde bile zuhur edeceği cihetle bu mezahir-i mesrudeye mahal bırakılmamak...”[55] amacıyla bir kanun yapılması gerekçe olarak belirtilmiştir. Yine bu görüşmeler sırasında ilk sözü alan Mehmed Emin Efendi (Konya) “...bugün Konya dahilinde gerek şimendiferlerde ve gerek su kumpanyasında işleyen amele lüzumundan ziyade çalıştırılıyor; hasta oluyorlar. Onun için şayan-ı ehemmiyet bir kanundur.”[56] diyerek çalışma sürelerinin belirlenmesinin sağlık nedenine işaret etmektedir.

İş Sağlığı ile İlgili Genel Düzenlemeler

Dönemin çalışma koşulları ile ilgili tüm işkolları ve işyerlerine yönelik düzenlemeleri olarak, Tatil-i Eşgal Yasası ve Sıhhiye Nizamnamesi gösterilebilir. Tatil-i Eşgal Yasası iş sağlığı ile ilgili hükümler içermemekle birlikte, çalışma hayatı ile ilgili ilk genel yasa olması nedeniyle önem taşır.

Tatil-i Eşgal Yasası

1909’da başlayan Tatil-i Eşgal Yasası çalışmaları sırasında Cavid Bey, Dalçef Efendi, Vartkes Efendi, Ali Bey, Muradyan Efendi, Münir (Çağıl) Bey, Artas Efendi, bu konudaki yasal düzenleme gereksinimlerinden bahsetmişlerdir.[57] 1910’da yine aynı konuda Artin (Boşgezenyan) Efendi, Ali Cenani Bey, Zeynel Abidin Efendi, Muradyan Efendi, Dr. Ömer Şevki Bey, bu kanunun niye çıkarılması gerektiğini belirtmişlerdir. Buna karşılık Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa karşı çıkmıştır.[58]

Sıhhiye Nizamnamesi

1913 yılında yayınlanan Vilâyatı İdarei Sıhhiye Nizamnamesi’nin 7 inci maddesinde:[59]

“Sıhhiye Müdürü, amelenin temini sıhhati için vilâyet dahilinde mevcut fabrika ve tezgâhlardaki şeraiti sıhhiyeyi teftiş ve bu gibi müessesatı sınayienin mahal ve tarzı inşaları hususunun kavanin ve nizamatı sıhhiyeye muvafık olmasına dikkat eder”

11 inci maddesinde, Hükümet Tabipleri:

“...amelenin şeraiti sıhhiyesini tahkik ve esbabı ıslâhını teemmül ve mekâtip ve müessesatı sınaiyenin mahâl ve tarzı inşaları hususunun nizamatı sıhhiyeye muvafık olmasına nezaret, mekülât ve meşrubatın muzırı sıhhat ve mağşuş olup olmadığını teftiş ile bu babtaki tebligat dairesinde ifayı vazife ve meclisi sıhhî mahallî tarafından ittihaz olunan mukarreratı tatbik ve takip ve memur bulundukları yerde tabibi adli vazifesini ifa ve belediye etibbası bulunmadığı takdirde, bu vazifeyi ifa ile mükelleftirler”

 

denilerek, işyerlerinin sağlık koşullarına uygunluğunun denetlenmesi, düzenlemesi konularında görevlendirilmiş ve işçilerin genel sağlık durumlarının değerlendirilmesi ve geliştirilmesi konularında yetkilendirilmişlerdir.

Aynı nizamnamenin 15nci maddesinde “Vilâyet Sıhhiye Meclisi”, 16ncı maddesinde “Liva Sıhhiye Meclisi”, 17nci maddesinde “Kaza Sıhhiye Meclisi” kurulması öngörülerek 20nci maddesinde sayılan işleri

“Ahvali sıhhiyei mahalliyeyi mütalaâ ve sekenei mahalliyenin bahusus köylülerin, vaziyeti sıhhiyelerinin tetkik ve esbabı ıslâhını teemmül, nüfusun teksir ve takviyesi hususiyle iştigal, emrazı belediye ve müstevliyenin men huzur ve sırayeti ve müessesatı sıhhiyenin tesis ve tevsiî ve daül efrenç ve daül merzegi ve verem gibi ileli müstevliyenin izalesi esbabını taharri ve tâyin...”

 

yapmakla görevlendirilmiştir.

Kurtuluş Savaşı Sırasında İş Sağlığı

Bu dönem ekonomi politikalarının oluşturulmasında 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi önemli bir yer tutar. Bu kongreye çiftçi, tüccar, sanayisi ve işçi temsilcilerinden 1135 kişi katılmıştır.[60] Sanayici grubunun önerisi Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkat’ındaki vergi bağışıklarının genişletilmesi ve bir sanayi bankasının kurulması; çiftçi grubunun taleplerinden olan aşarın kaldırılması ve reji usulünün kaldırılması uygulamaya geçmiş; buna karşılık işçi grubunun talepleri ise karşılık bulamamıştır.[61] 1924’te İş Bankası, 1925’de Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur.[62] 1927’de Teşvik-i Sanayi Kanunu yayınlanmıştır.[63] 1929’daki büyük bunalımını izleyen yıllarda başlayan arayış, 1932’de “devletçilik” politikası olarak somutlaşmıştır.[64] Bu nedenle 1932 iş yasası geri alınmış, 1934’te yeni tasarı hazırlanmıştır.[65]

1921’de Anadolu’da 33.058 işyerinde 76.058 işçi çalışmakta, işyeri başına ortalama işçi sayısı 2,3 kişiden oluşmaktadır.[66]

1927 nüfus sayımına göre 13,5 milyon kişinin yaşadığı ülkede, 5.321.215 kişi bir meslek ya da işte çalışmakta, çalışanların % 81,6’sı tarım kesiminde bulunmaktadır. 65.245 işletmede 256.855 kişi çalışmaktadır. Bu işyerlerinin % 43,6’sı tarım, % 22,6’sı maden, % 14,3’ü dokuma işletmesidir. İşletme başına düşen ortalama çalışan kişi sayısı 3,9’dur.[67]

Savaş Yılları

Kurtuluş Savaşı döneminde Müdâfaa-i Hukuk dernekleri kurulmaya başlanmış, Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası başlayan bu yoğun dernekleşme çalışmaları, işçi sınıfı ideolojisini yansıtan sosyalist ve demokrat partilerin kurulmasına yol açmıştır.[68] Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Grubu’nun 9 Eylül 1924’te Cumhuriyet Halk Fırkası’nın “9 umde”sinden biri olarak emekçileri koruyucu yasalar çıkarılacağından söz edilmiştir.[69]

İşçilerin örgütlenme çalışmaları 1919’da kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçi Derneği (TİD) ve 1920’de kurulan Beynelmilel İşçiler İttihadı (Bİİ) ile olmuş, Ekim 1922’ye kadar varlığını sürdüren TİD, işçiler arasında birlik oluşturmaya çalışmış[70] ancak başarılı olamamışlardır. Türk Ticaret Birliği yardımı ve desteği ile kurulan İstanbul Umum Amele Birliği (İUAB), 26 Ekim 1923’te Türkiye Umum Amele Birliği (TUAB) adını almıştır.[71] 1924’te dağıtılmak zorunda kalan TUAB’ın yerini Amele Teali Cemiyeti (ATC) almıştır.[72] 1 Mayıs 1925’deki dağıtılan broşür üzerine dağıtılması nedeniyle yerine, başkanlığını Dr. Refik İsmail’in yaptığı İstanbul İşçi Yardımlaşma Derneği kurulmuştur.[73]

Sosyalist Hilmi’nin kurduğu Türkiye Sosyalist Fırkası, düzenlenen üç grevde etkili olmuştur.[74] Cumhuriyet’in ilanından sonra Takrir-i Sükûn Yasası ve dünyadaki ekonomik bunalımın da etkisi ile grevler seyrekleşmiştir.[75]

Top Sesleri Arasında Çıkarılan 151 Sayılı Yasa

1921 tarihli 151 sayılı yasanın çıkartılması sırasında ve sonrasında Hasan (Saka) ve Mahmut Celal (Bayar) Beyler, bu kanunun genelleştirilmesini istemişlerdir.[76] 1923’te toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ne gönderilecek her 8 üyeden birinin işçi olması istenmiştir. Kütahya Delegesi Aka Gündüz, işçi grubu başkanı ve Kongre başkan vekili seçilmiştir.[77] Bu kongrede kabul edilen işçi grubu esaslarının 23. maddesine göre “işyerlerinin sağlık kurallarına uygunluk yönünden denetlenmesi ve bunu düzenleyen bir yasa çıkarılması” kararı oy birliği ile alınmıştır. Yine bu kongrede, örgütlenme hakkı, 8 saatlik çalışma süresi, doğum izni, ücret düzenlenmesi, haftalık dinlenme süresi, evlenecek işçilere ücretli izin kararları alınmıştır. Ayrıca işçi grubunca benimsenen ancak diğer gruplarca karşı çıkılan, hastalanan işçiye 3 aya kadar tam ücret ödenmesi (m.16/1), iş başında sakatlanan işçilerin yaşamlarının işverence güvenceye alınması (m.20) ilkeleri kabul edilmemiştir.

19 Teşrinisani 1339 sabahından itibaren şark şimendiferleri amelesinin “tatili eşgal” etmeleri üzerine İstanbul Mebusu Yusuf Akçura Bey ve rüfekasının verdikleri bir soru önergesi üzerine Nafıa Vekili Muhtar Bey; Hükümet’in müdahale ederek   “...hasta olan ameleye on gün müddetle tam yevmiye veriniz dedik ve onu müteakıp onbeş gün daha yarım yevmiye vereceksiniz dedik.”[78] işyerlerindeki tehlikelere ve sağlık risklerine dikkati çekmiş ve bir sosyal güvenlik kuruluşu oluşturulması gereğini şöyle ifade etmiştir:

“Evvelâ sanayiin her hangi kısmı olursa olsun her biri birtakım kaza ve hâdisatın vukuuna müsaidolan mahallerdir. Hiçbir sanat yoktur ki, hiçbir fabrika yoktur ki, orada çalışan amele kendisine tevdi edilen mesaiyi ifa ederken hayatı itibariyle bâzı kazalara mâruz kalmasın. Binaenaleyh bu kaza ve tehlikelere karşı ameleyi (assüre) etmek lâzımdır. Buna «danje profesyonel» derler. Yani tehlii meslekiyedir. Bu bir esastır. Kazaların birçoğu amelenin kendi hatasından olabilir. Fakat amelenin hiçbir kazaya uğramamasının imkânı yoktur... Bu itibarla ameleyi tahtı temine almak icabeder...”[79]

1921 (10 Eylül 1337) tarih ve 151 sayılı Ereğli Havza-i Fahmiyesi Maden Amelesine Müteallik Kanun, Cumhuriyet ilan edilmeden önce Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından çıkarılmıştır. İşçilerin korunmasına yönelik olan bu yasa, yalnızca Ereğli Havzasında çalışan maden işçileri için uygulanmıştır. Ülkemizde ilk kez günlük çalışma süresini sekiz saatle sınırlamış ve fazla çalışma sürelerine sınırlamalar getirilmiştir. Bu kanunla aşağıdaki düzenlemeler yapılmıştır:

Tarafların karşılıklı rızası ve iki kat ücret ödenmesi koşuluyla fazla çalışmaya izin verilmiştir (m.8).

Maden ocaklarında onsekiz yaşından küçük işçilerin çalıştırılmasını yasaklamıştır (m.2).

Maden işletenler için özel tüzük uyarınca işçiler tarafından kurulacak “ihtiyat ve teavün” sandıklarına her ay çalıştıracakları işçilerin toplam ücretlerinin yüzde birinden aşağı olmamak üzere nakdi yardımda bulunma (m.4)

Hasta veya kazazede olan işçiyi parasız tedavi ettirme ve bunu sağlamak için de maden yakınlarında hastane, eczane ve hekim bulundurma zorunluluğu getirmiştir (m.6).

Kazaya uğrayan işçiye veya varislerine tazminat verilmesini (m.7)

Ayrıca kazanın kötü yönetim ya da bilimin gerektirdiği iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle meydana gelmesi halinde beş yüz liradan beş bin liraya kadar cezai yaptırım öngörülmüştür (m.7/3).[80]

“Bu yasada iş güvenliğine ilişkin diğer bir önemli hüküm de, işyerlerinde sağlık kurallarına uymayan madencilerin ruhsatname ve imtiyazlarının fesolunacağını öngören 9 uncu maddede yer almıştır.[81] Böylece işverenin davranışına, işçiye karşı sorumluluk yönünden değil, sadece para cezası yönünden önem atfetmiştir.”[82]

15 Ocak 1924 (2 Kanun-u sani 1340) tarih ve 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu, resmi ve özel kurumlarda çalışanların tümü için haftada bir gün ücretsiz tatil hakkı getirmiştir.[83]

Dönemin Değerlendirilmesi

Dönemin çalışma koşullarının değerlendirilmesi konusunda; 114 sayılı yasanın Meclis’teki görüşmeleri sırasında Mahmut Celâl (Bayar) Bey “...işçilerin hepsinin çıplak ve aç olduğunu, hatta üzerlerinde bir mintan bile bulunmadığını” [84] belirtmiştir. 151 sayılı yasa görüşmelerinde Tunalı Hilmi Bey, “...kendi çocuğunu öldürürcesine hareket eden babalar vardır”[85] derken, Doktor Fuat (Umay) Bey “ocak sahibi(nin) sağ eliyle veri(p) sol eliyle al(dığını)”[86] vurgulamıştır.[87] Ereğli bölgesindeki çalışma koşulları sık sık ölüm ve sakatlanmayla sonuçlanan birçok iş kazasının olduğu, “ara verilmeksizin oniki saat çalışıldığı, kötü barakalarda kalındığı, kir içinde daima bitli olarak, sefil ve perişan yaşa(yan)” havza işçilerinden bahsedilmekteydi.[88] Ticaret Müsteşarı Zühtü Bey, “...Havza işçisi baştan aşağı hastalıklı ve acı çekmektedir”[89] demektedir. Akçoraoğlu Yusuf Bey, “on yaşındaki çocuklara iş işletil(diğini)...zavallı kızlar(ın), kendileri(nin) de tütün yaprağı gibi sapsarı ol(duklarını)”[90], Bursa’da çıkan bir gazetede “...sabah karanlığında sokaklara dökülen öksürüklü, solgun benizli işçi kadınların yanında birer ikişer çocuğun da sürüklendiği görülürdü”[91], “...tütün depolarında sekiz yaşında çocukların bile çalıştırıldıkları...”[92] belirtmektedirler.

Genel Sağlık Koşulları

Toplum sağlığı ile ilgili ilk kurum, 1838’de resmiyet kazanan Meclis-i Tahaffuz’dur[93]. İlk nizamname, eczacılığa ait olan “Beledi İspençiyarlık Sanatının İcrasına Dair Nizamname” adındaki 49 maddelik bir nizamnamedir ve 22 Recep 1277/1860 tarihinde yayınlanmıştır. Bunun arkasından “Memalik-i Mahrusa-i Şahane’de Tababet-i Belediye İcrasına Dair Nizamname”de (7 Rebiülahır 1278/1861), hekimlik sanatının icrasına dair bazı hükümler getirilmiştir. Buna göre, İmparatorluk dahilinde Mekteb-i Tıbbiye’den veya yabancı tıp okullarından diploması olmayanlar hekimlik yapamamaktadır. İlk tıp cemiyeti, önceleri Eyüp Medresesi’nde gizlice toplanan hekimlerin tarafından, padişahtan özel izin alarak 14 Şubat 1865'te  “Cemiyet-i Tıbbıye-i Osmaniye” (Osmanlı Tıp Cemiyeti) adıyla  kurulmuştur[94]. 1870 yılından sonra tıp eğitiminin Türkçe yapılması girişiminde etkin rol almıştır. 1869’da kurulan “Cemiyet-i Tıbbıye-i Mülkiye”nin görevi; belediyelere hekim, eczacı, aşıcı ve ebe gibi sağlık personeli tayin etmek, yabancı ülkelerde sağlık eğitimi görmüş olanlara Osmanlı İmparatorluğu’nda çalışma izni vermektir. Bu cemiyet 1906’da Meclis-i Maarif-i Tıp adını alarak Umum Mekatib-i Askeriye Nezaretine bağlandı. II. Meşrutiyet ilanından (1908) sonra Meclis-i Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye adını alarak 1912’de Sıhhiye Çavuş Mektebi’ni açmıştır. Bu tarihten sonra çeşitli illerde sağlık müdürlükleri, ilçelerde de hükümet tabiplikleri kurulmuştur. Hekim sayısının azlığı nedeniyle, 1843 yılında bir ortak "muayenehane küşad" edilmiş ve böylece Mektebi Tıbbiyeyi Şahane Muallimleriyle, etibba ve cerrahlar oraya geceleri nöbete gitmişler. 1920’de mütareke makamları tarafından kapatılmıştır[95].

İmparatorluk'tan 2000'den az sayıda hastane yatağı, 1000'in biraz üzerinde hekim devralınmıştır. Türkiye'de 1923 yılında 950 yataklı üç devlet hastanesi vardır. 1924 yılında Ankara, Diyarbakır, Erzurum, Sivas Numune Hastaneleri açılmıştır. Sağlık altyapısı bozuk, teknolojik destek  yok, hasta ise çoktur. Hekimler daha çok muayenehanelerinde çalışmakta, yoksul hastalara hastanelerde, para verebileceklere ise muayenehanelerinde bakmaktadırlar.

DEGERLENDIRME

Büyük Millet Meclisi öncesi dönemde, sanayileşmenin çok az olmasına rağmen, işçi çalıştırıldığı, çalışma koşullarının çok kötü durumda olduğu, zorunlu çalıştırmanın yaygın olduğu, birçok alanda ücretli çalıştırmanın bile yeni yeni tanımlandığı,  çalışanlarla ilgili düzenlemelerde iş güvenliği ve iş sağlığı ile ilgili bazı hükümler bulunmakla birlikte, bunların çalışanların sağlığını korumayı amaçlamadığı, gerek işçi örgütleri ve gerekse işveren tarafından bu yönde istemlerin bulunmadığı görülmektedir. Bu dönemde gerçekleştirilen işçi eylemleri daha çok ücretler ve çalışma saatlerinin düzenlenmesi ile ilgilidir.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet ilanı öncesi dönemde, çıkarılan Mecelle’de çalışma ilişkileri, Dilâver Paşa Nizamname’sinde hastalanan işçilere ne yapılacağı, Maadin Nizamnameleri’nde maden mühendislerinin “İş Güvenliği”inden sorumlu olmaları ve “İşyeri Hekimi” bulundurma zorunluluğu getirildiği görülmektedir. İlk işyeri hekimlerinden biri olan Arhangalos Gavrili çalışmalarını “Anadolu ve Bağdat Demiryolları İdaresinin İç Yüzü” isimli kitapta yayınlamıştır. Yine işletme çevresi ile ilgili düzenlemelere Mevadd-ı Madeniyeye Dair Nizamname’de yer verildiği anlaşılmaktadır.

Osmanlı çalışma ilişkileri dönemi, çalışma koşullarında, iş sağlığı ile ilgili temel kavramların geliştirildiği dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemin iş sağlığı açısından temel özelliği; çalışma süresi, çalışanların kişisel özellikleri (kadın-çocuk çalıştırmanın sınırlandırılması), işyerinde hekim çalıştırılması ve hastalık sigortalarının oluşturulmaya başlanması, iş kazası ve meslek hastalığı kavramlarının belirlendiği zaman dilimini oluşturmasıdır. Çalışma ile sağlık ve güvenlik ilişkisinin kurulduğu bu dönemde, işin içerdiği risklerin işyeri ve çalışanın özellikleri ötesinde çalışma tarzının da iş sağlığı ile yakından ilişkisi olduğu, sosyal taraflar ve hükümetlerce de kabul edilmeye başlamıştır. Bu dönem, tüm çalışanları kapsayıcı yasal düzenlemeler yapılması ile sona ermektedir. Ülkemiz için Osmanlı yönetiminden başlayan çalışma ilişkilerinde iş sağlığı anlayışı, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (1930) ile başlayarak, İş Kanunu’nun çıkartıldığı (1936) yılına kadar geniş bir zaman diliminde alınan önlemler ve düzenlemeler ile sonuçlanmıştır.

KAYNAKCA

 

[1] Sarper Süzek, İş Güvenliği Hukuku, Ankara, 1985., s.68

[2] Mesut Gülmez, Türkiye’de Çalışma İlişkileri, TODAİE Yayını, Ankara, 1991, s.151; Yusuf Kemal Tengirşek, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Devletinin Harici Ticaret Siyaseti”, Tanzimat I, Maarif Matbaası, İstanbul, 1940, s.319

[3] Mesut Gülmez, a.g.e., s.153

[4] Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, Ankara, 1970, s.115

[5] İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Sanayileşme Anlayışına Bir Örnek, “Islah-ı Sanayi Komisyonu Olayı”, Türkiye İktisat Tarihi Üzerine Araştırmalar, s.124-125; Vedat Eldem, a.g.e., İsmail Hüsrev Tökin, İktisadi ve İçtimai Türkiye, Rakamlarla, C.III, “Türkiye’de Sanayi, T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü Yayını, No:251, Ankara, 1946, s.7

[6] A. Gündüz Ökçün, “Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkatı, 1913”, AÜSBF Dergisi, C.XXX, No:1-4, Mart-Aralık 1975, s.25

[7] Osmanlı Sanayii, 1913-1915 Yılları Sanayi İstatistiki (Sadeleştirerek Yayına Hazırlayan: A. Gündüz Ökçün), AÜSBF Yayını, 2. Baskı, Ankara, 1971, s.11-23; Mesut Gülmez, a.g.e., s.156-158

[8] Osmanlı Sanayii, 1913-1915, s.vii-xi

[9] Mesut Gülmez, a.g.e., s.371-385;

[10] Lütfü Erişçi, Türkiye’de İşçi Sınıfının Tarihi (Özet Olarak), İstanbul, 1951, s.3; George Lefranc-Kemal Sülker, Dünyada ve Bizde Sendikacılık, İstanbul, 1966, s. 136; Kemal Sülker, 100 Soruda Türkiye’de İşçi Hareketleri, Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul, 1973, s.9; Oya Sencer (Baydar), Türkiye’de İşçi sınıfı (Doğuşu ve Yapısı), Habora Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1969, s.97; Kurthan Fişek, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve İşçi Sınıfı, Doğan Yayınevi, Ankara, 1969, s.43; Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar (1908-1925), 3. Baskı, Bilgi yayınevi, Ankara, 1978, s.211; M. Fatih Gümüş, Türk İş Hukukunda İş Uyuşmazlıkları ve Uzlaştırma, Ankara, 1972, s.8; Maksut Mumcuoğlu, Sendikacılık – Siyasal İktidar İlişkileri, Doruk Yayınları, Ankara, 1979, s.141; Mesut Gülmez, a.g.e., 381-385

[11] Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, Genişletilmiş 2. Baskı, AÜSBF Yayını, Ankara, 1969, s.59-60; İlhan Arsel, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 1959, s.22

[12] Mesut Gülmez, Türkiye’de Çalışma İlişkileri, TODAİE Yayını, Ankara, 1991, s.169

[13] Servet Armağan, “Memleketimizde İlk Parlamento Seçimleri”, Aramağan, Kanun-u Esasi’nin 100. Yılı, AÜSBF Yayını, Ankara, 1978, s.155

[14] Meclis- Tanzimat Defteri, No:2, 1277-1287, s.14-21; Mesut Gülmez, Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.540

[15] Cahit Talas, Sosyal Ekonomi, 4. Baskı, S Yayınları, Ankara, 1976, s.151

[16] Mesut Gülmez, a.g.e., s.287

[17] “(işten) kaçma düşüncesi ile hastalığını öne süren işçinin doktora muayene ettirilmesinin öngörülmesi işçi sağlığı ile ilgili olmaktan çok, henüz tümden kaldırılmamış olan zorunlu çalışma yöntemini sağlayıcı bin(r) önlem niteliği taşımaktadır. Nitekim, tedavi ile iyileşemeyecek kadar hasta olan işçinin bir hayvana bindirilerek köyüne gönderilmesi, bu maddenin işçi sağlığı ile ilgili olmadığını ortaya koymaktadır”, Mesut Gülmez, a.g.e., s.288, dip not 22

[18] Mesut Gülmez, a.g.e., s.288

[19] Sina Çıladır, Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi 1848-1940, Birinci Kitap, Yer altı Maden-İş Yayınları, Ankara, 1977; Mesut Gülmez; Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.394; Yelekçi, Memduh: İş Hukukunda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yönünden İşveren, İşçi, Sendikacı, Temsilci Görev ve Yetkileri, Ankara, 1988, s.VII

[20] Mesut Gülmez, a.g.e., s.288

[21] Fehim Üçışık, a.g.e., s.37; Mesut Gülmez; Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.541-546

[22] Düstur, Birinci tertip, C.5, Ankara, 1937, s.886-904; Mesut Gülmez; Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.542-543

[23] Hıfzı Veldet (Velidedeoğlu), “Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzimat”, Tanzimat I, s.199-202; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Islahat Fermanı Devri (1861-1876), C.VII, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1956; Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s.197-200, Coşkun Üçok-Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, AÜHF Yayını, Ankara, 1976, s.326, Jale G. Akipek, Türk Medeni Hukuku, Birinci Cilt, AÜTAF Yayını, Ankara, 1973, s.38-39; Mesut Gülmez, a.g.e., 290

[24] Lütfü Erişçi, Türkiye’de İşçi Sınıfının Tarihi (Özet Olarak), İstanbul, 1951, s.6

[25] Ali Fuat (Başgil), Türk İşçi Hukukuna Giriş, Hukuk İlmini Yayma Kurumu, Konferanslar Serisi, Ankara, 1936, s.5; Kenan Tunçomağ, Türk İş Hukuku, C.1, 2.Baskı, İÜHF Yayını, İstanbul, 1975, s.33; Mesut Gülmez, a.g.e., s.291-292

[26] Şerafettin Mağmumi, Bir Osmanlı Doktorunun Anıları Yüz yıl Önce Anadolu ve Suriye, Büke Yayınları, Önsöz (Cahit Kayra), İstanbul, 2. Basım, 2002, s.10

[27] Şerafettin Mağmumi, a.g.e., s.46-47

[28] Şerafettin Mağmumi, a.g.e., s.174-175

[29] Şerafettin Mağmumi, a.g.e., s.179

[30] Arhangelos Gavrili, Anadolu ve Bağdat Demiryolları İdaresinin İç Yüzü, Mahmut Bey Matbaası, Dersaadet (İstanbul), 1327 (1911), s.164-179; Mesut Yılmaz, a.g.e., s.391

[31] Devlet-i Osmaniye’nin 1313 (1897) Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi, İstanbul, 1316 (1900)’dan Lütfi Erişçi, a.g.e., s.7

[32] Zafer Toprak, a.g.e., s.314-316

[33] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, 1. Baskı, İstanbul, Kasım 1984 C.I, s.66

[34] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.158

[35] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.180

[36] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.232

[37] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.243

[38] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.151-258

[39] Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.362

[40] Georges Lefranc-Kemal Sülker, a.g.e., s.137; Kurthan Fişek, a.g.e., s.44; Oya Sencer, a.g.e., 155-156; M.Şehmus Güzel, “1871 Ameleperver Cemiyeti”, Bilim ve Sanat, S.8, Ağustos 1981, s.43-45; Mesut Gülmez, a.g.e., 408

[41] Aydınlık, 1 Eylül 1921, S.3’den aktaran Lütfü Erişçi, a.g.e., s.8, Oya Sencer, a.g.e., s.157-158; Mesut Gülmez, a.g.e., s.408

[42] Mesut Gülmez, a.g.e., s.408-410

[43] Oya Sencer, a.g.e., s.90; Mesut Gülmez, a.g.e., s.425-426

[44] Oya Sencer, a.g.e., s.128-150; Mesut Gülmez, a.g.e., s.426

[45] Mesut Gülmez, a.g.e., s.427

[46] Arhangelos Gavrili, a.g.e., s.237

[47] Mesut Gülmez, a.g.e., 429

[48] Mesut Gülmez, a.g.e., s.431-437

[49] Tanin, 31 Temmuz 1324 (1908), s.7; Mesut Gülmez, a.g.e., 438

[50] Tanin, 3 Eylül 1324 (1908), s.7; Mesut Gülmez, a.g.e., 438

[51] Tanin, 10 Ağustos 1324 (1908), s.7; Mesut Gülmez, a.g.e., 439

[52] Sabah ve Tanin, 12 Eylül 1324 (1908), s.3 ve s.7; Mesut Gülmez, a.g.e., 439

[53] Sabah ve Tanin, 20 Eylül 1324 (1908), s.4 ve s.7; Mesut Gülmez, a.g.e., 439-440

[54] Mesut Gülmez, a.g.e., s.297-298

[55] Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre:2, İctima: 25-125 (2 Kanun-u Sani 1325-15 Haziran 1326) s.1368-1370; Mesut Gülmez, Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.225

[56] Mesut Gülmez, Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.226

[57] Mesut Gülmez, a.g.e., s.193-195

[58] Mesut Gülmez, a.g.e., s.195-201

[59] Sıhhiye Mecmuası, Yıl:1, Sayı:1, 1329(1913), S.7-11; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, No 422, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1973, s.26-28

[60] A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, s.243-246

[61] A. Gündüz Ökçün, a.g.e., s.406-452

[62] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, 1. cilt, 4. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1976, s.451; Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün, Bugün, Yarın), 1. C., Cem Yayınevi, İstanbul, 1974, s.371-377; Korkut Boratav, 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970, s.115-116; Mesut Gülmez, a.g.e., 161-162

[63] Mesut Gülmez, a.g.e., s.163

[64] Korkut Boratav, a.g.e., s.136-140; Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s.411-412; Cahit Talas, a.g.e., s.356; Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, İktisadi Kalkınmada Etkinlik Sorunu ve “Eklektik Model”, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1981, s.101; Mesut Gülmez, a.g.e., 164

[65] Mesut Gülmez, a.g.e., 168

[66] Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, İş Bankası Yayını, Ankara’dan aktaran Yakup Kepenek, Türkiye’nin Sanayileşme Süreçleri, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, s.1762

[67] 1927 Senesi Sanayi Tahriri Neticeleri, Yayın No:5, Ankara, 1928, s.3-13; İsmail Hüsrev Tökin, İktisadi ve İçtimai Türkiye Rakamlarla, C.III, “Türkiye’de Sanayi”, T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü Yayını No: 251, Ankara, 1946, s.24; Mesut Gülmez, a.g.e., s.163-164

[68] Muzaffer Sencer, Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri, May Yayınları, İstanbul, 1974, s.72; Mesut Gülmez, a.g.e., s.178

[69] Maksut Mumcuoğlu, Sendikacılık-Siyasal İktidar İlişkileri, Doruk Yayınları, Ankara, 1979, s.144; Erdoğan Teziç, “1923-1938 Döneminde Siyasal Parti Programlarında Sosyal ve Ekonomik Görüşler”, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, s.68; Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s.581, Hikmet Bilâ, CHP Tarihi, 1919-1979, Ankara, 1979, s.746; Mesut Gülmez, a.g.e., s.184

[70] Mete Tunçay, a.g.e., s.303-304, A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, May Yayınları, İstanbul, 1975, s.358-361; Mesut Gülmez, a.g.e., s.411

[71] Mete Tunçay, a.g.e., s.319-320, Şefik Hüsnü, Türkiye’de Sınıflar, Ülke Yayınları, Ankara, 1975, s.162

[72] Ali Ergin Güran (Derleyen), Aydınlık Fevkalâde Amele Nüshaları (Olağanüstü İşçi Sayıları), Belgesel Sosyalizm Serisi, No:1, Katkı Yayınları, İstanbul, 1975, s.29,39 ve 47; Mesut Gülmez, a.g.e., s.418

[73] Türkiye Komünist ve İşçi Hareketi, s.153

[74] Zeki Cemal, “Memleketimizde Amele Hareketleri Tarihi, 3”, Meslek, 26 Mayıs 1925, S.24, s.9-10; Mesut Gülmez, a.g.e., s.443-444

[75] Lütfü Erişçi, a.g.e., s.75; A. Şnurov, Türkiye Proletaryası (Çev. Güneş Bozkaya), Yar Yayınları, İstanbul, 1973, s.22; s.62-69; Mesut Gülmez, a.g.e., s.445

[76] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 1, İçtima:2, C.10, s.203-204; Mesut Gülmez, a.g.e., s.201-202

[77] A.Şnurov, Türkiye Proletaryası (Çev. Güneş Bozkaya), Yar Yayınları, İstanbul, 1973, s.22; A. Gündüz Ökçün, a.g.e., s.189 ve 197; Mesut Gülmez, a.g.e., s.202-203

[78] TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci İntihap Devresi, Birinci İctima Senesi, Cilt 3, Ankara (Tarihsiz), s.689-694; Mesut Gülmez, Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.244

[79] TBMM Zabıt Ceridesi, İkinci İntihap Devresi, Birinci İctima Senesi, Cilt 3, Ankara (Tarihsiz), s.689-694; Mesut Gülmez, Türkiye Belgesel Çalışma İlişkileri Tarihi (1936 Öncesi); TODAİE Yayını, Ankara, 1983, s.248

[80] Kadri Kemal Kop, “Yakın Tarihimizde İş ve İşçi Meseleleri”, Çalışma, Yıl:1, S.2, Kasım 1945, s.69-72; Sadi Borak, “Birinci Meclis’te Madenler”, Cumhuriyet, 26-30 Nisan 1978; Yıldırım Koç, “Ereğli Kömür Havzası İşçileri İle İlgili Yasalar, 1921”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S.118, Nisan 1990, s.12-16, Mesut Gülmez, a.g.e., s.280-284

[81] Sarper Süzek, a.g.e., s.68

[82] Fehim Üçışık, a.g.e., s.38

[83] Mesut Gülmez, a.g.e., s.284-285

[84] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, İçtima:2, C.10, s.28-31

[85] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, İçtima:2, C.10, s.206

[86] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:1, İçtima:2, C.10, s.215

[87] Mesut Gülmez, a.g.e., s.395

[88] Turgut Etingü, Kömür Havzasında İlk Grev, Koza Yayınları, İstanbul, 1976, s.79-82; Sina Çıladır, a.g.e., s.126-129; Mesut Gülmez, a.g.e., s.395-396

[89] Zühtü Bey’in 22 Mayıs 1340 (1925) tarihli Zonguldak Gazetesi’nde yayınlanan açıklaması için bkz. Turgut Etingü, a.g.e., s.105-106 aktaran Mesut Gülmez, a.g.e., s.397

[90] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, İçtima:III, C.19, s.69’dan aktaran Mesut Gülmez, a.g.e., s.400

[91]Bursa’da İşçi Kadınların Çocuklarına Bakılıyor” Bursa Himaye-i Eftal’inin Mesaisi, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1932, s.4’den aktaran Mesut Gülmez, a.g.e., s.401

[92] “8 Yaşındaki Çocuklar Çalıştırılmayarak Mektebe Gönderilecek”, Milliyet, 4 Teşrini-i evvel (Ekim) 1931, s.3’den aktaran Mesut Gülmez, a.g.e., s.402

[93] Nuray Yıldırım, Tanzimatt’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.1320

[94] Hüsrev Hatemi, Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Derneklerin Gelişimi, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları,C.1, İstanbul, 1986, s. 201

[95] Nuray Yıldırım, Tanzimatt’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1321

My Contact Information

Links to Other Sites