GELISME YAZINI ve GELECEGI, HAYRIYE ERBAS

GIRIS ARREST-03 MI-2003 ARITMI-03 SOLUNUM-03 Photo Page AMBLNSKAZA MUKERRER ASILSIZ VAKAREDDI ILETISIM ASKER TRAFIKAZA-03 YENIDOGAN DOGUM-03 BAGLANTILAR OLAY YERI AFET AFET2 OLUM-03 SIGARA KANSER ENFEKSIYON KANSER KANSER SIKLIGI GSMH KANSER KANSER ONYIL SITMA KANSER HAVA KANSER KALP KANSER MESLEK KANSER ENDOKRIN KANSER RADYOLOJI KANSER HLA DUZENI KADIN ACIL-03 BEBEK TRIAJ ZEHIRLENME-03 PSIKIYATRI-03 MEVSIM-02 MEVSIM-03 MEVSIM-04 HLA GENLERI KANSER-02 KANSER-03 TRAVMA-02 HODGKIN S DISEASE BREAST BRCA PARAMEDIK-04 ISDOYUMU OZURLU1-04 OZURLU2-04 OZURLU3-04 ISDOYUMU-01 KARSINOGENEZIS SERVIKS CA KANSER KAYITLARI ERGONOMI ISKAZA(37-99) GRAMSCI TURKCAN ERCAN ERBAS YAYINETIGI AP NEDENLERI CINSELHASTALIK CINSELDAVRANIS SAGLIKFELSEFESI HEKIMLIKFELSEFESI DUNYADAISSAGLIGI OSMANLIISSAGLIGI ULUSLARARASI INSANIN DEGERI ANALJEZIK-02 MESLEKODASI INSANHAKLARI VERIMLILIK DONERSERMAYE PARTIveSAGLIK KURESELLESME About Blog

HAYRIYE ERBAS

Ahmet Haki Türkdemir

Ankara, Ocak 2005

 

Sosyal bilimler alanında özellikle de sosyolojide, makro düzeyde yapısal çözümlemeler yerine, mikro ölçekli ve kültür ağırlıklı yeni tartışma alanlarının yaygınlaştığı gözlemlenmektedir[1]. 1980’lerden sonraki bu değişim gelişme yazınındaki egemen paradigmanın değişmesi olarak yorumlanabilir (Kuhn, 1970).

Gelişme yazının geçirdiği değişim süreci[2]:

1960’lı yıllara kadar modernleşme okulu tarafından gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkiyi eşitler ilişkisi olarak gören, gelişmiş ülkelerin bakış açısı,

1960-1980 arası bağımlılık okulu tarafından geliştirilen, gelişmiş-azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkiyi eşitsiz ve sömürü ilişkisi olarak gören, azgelişmiş ülkeler için aynı gelişme sürecinin olanaksızlığını savunan paradigma,

1970-1980 arasında bağımlılık okulunun eleştirisine dayanan neo-marksist tartışmalar,

1980 sonrası gelişen neo-liberal görüş çerçevesinde geliştirilen modernleşme okulu ile aynı paradigmayı benimseyen görüşlerdir.

Gelişme toplumsal yaşamın tüm alanlarında insanın düşünsel ve yaratıcı yetilerinin ve toplumsal yaşam içinde özgürleşme sürecinin gelişmesi olarak tanımlanabilir. Gelişme kavramına yüklenen olumlu içerik, kısa zamanda kapitalizmin kendi içsel dinamikleri ile değişmiş daha çok üretim ve daha çok satış amaçlı örgütlenme sonucu olumlu içeriğini kaybetmiştir[3].

Son dönem gelişme kuramları, gelişmeyi ölçme ya da analiz etme gibi pozitivist bir eğilim yerine, daha çok nitel anlamda gelişmenin ne olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır[4].

Gelişme yazını adıyla yapılan tartışmalar İkinci Dünya Savaşı sonrasına rastlamaktadır.Öncülüğünü iktisatçılar yapmışlardır. Gelişme yazını Avrupa ve ABD’den kaynaklanmaktadır. Gelişme yazınının gelişmesinde azgelişmiş ülkelere yardım konusu ile çok yakın ilişki içindedir ve bu nedenle son derece taraflıdır.

Gelişme yazını başlangıcından bu yana üç farklı aşamadan geçmiştir:

Aşama: Sanayi devrimi ile birlikte İngiltere gibi sanayi devrimini gerçekleştirmiş, kapitalist ülkeler için çevrenin önemi artmış, geleneksel olandan modern olana geçiş anlamında başlayan gelişmeler,  denetim, bütünleşme ve baskı aracı haline dönüşmüştür. Bu aşamada diğer toplumların farklı aşamalarda olabileceği düşünülmemiştir.

Aşama: İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelerle ortaya çıkmış ve öteki toplumlar hakkında sistematik bilgi üretimine geçildiği dönemdir.

Aşama: Neo-klasik, neo-liberal okulların ekonominin evrensel olduğu ve piyasa ilkeleri etrafında örgütlenen toplumlar için farklı bir disipline gerek olmadığının belirtildiği dönemdir.

Köken olarak ele alındığında;

Avrupa kökenli olanlar: Daha çok sosyal demokrat eğilimli ve ikinci dünya savaşı ile dünya bunalımlarını yaşamış olan yazarlar tarafından dile getirilen azgelişmiş ülkelerin gelişmesinin Batılı toplumların yararına olduğunu göstermeye çalışanlar,

ABD kökenli olanlar: Soğuk savaş ideologluğunu yapan, modernleşme kuramı diye adlandırılan Amerikan dış politikasını geliştiren politik araç olarak ortaya çıkan görüşler,

Azgelişmiş ülke aydınları: Bağımlılık okulunun geliştirilmesine katkıda bulunmuşlardır[5].

Modernleşme Okulunun temel kavramları Durkheim, Weber ve Parsons sosyolojisinden çıkarsanmıştır. Durkheim’e göre mekanik dayanışma kendini organik dayanışmaya bırakacaktır. Weber ise toplumları otoritenin meşrulaştırılması biçimlerine göre sınıflandırmıştır.Feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş için otoritenin meşrulaştırılma şeklinin değişmesi gerekmektedir. Comte ise üç hal yasası ile toplumların belirli aşamalardan geçtiğini belirttiği evrim kuramına dayanmaktadır.

Bu bakış açısındaki farklılığı Huntington’da görmekteyiz. Ona göre siyasla gelişme yerini azgelişmiş toplumların devrim yoluyla geçiş sağlayabileceklerini ileri sürmektedir.

Bağımlılık Okulu 1960’lardan sonra Marsizmden etkilenen Modernleşme okulunun eleştirilenden ortaya çıkmıştır. Azgelişmiş ülkeler için sanayileşmenin piyasaya bırakılamayacağı, planlı sanayileşmenin zorunlu olduğu ve devletin rolünün önemli olduğu yönündeki görüşlerden oluşmaktadır. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin bağımlı ilişkiler olduğu ve dışsal dinamiklere vurgu yapmaktadır. Aralarındaki ilişki güç ve kontrole dayanmaktadır.

Bağımlılık okulunu eleştiren Marksistler ise dışsal etkiler kadar içsel dinamiklerin de etkisini ileri sürerek eleştirmektedirler. Yerli burjuvaziyi geliştirme eğilimlerini taşıması, gelişme kavramını modernleşme okulu çerçevesinde ele almış olmaları, üretim tarzı yerine dolaşım açısından ele almalarını eleştirmektedirler. Neo-Marksistler ise ideoloji yerine kültür kavramının kullanılması gereğini vurgulamaktadır.

1980 Sonrası Dönem

1970’lerde bunalıma giren dünya ekonomisi 1980’lerde geliştirilen stratejiler ile bunalımını aşmış, bu arada bağımlılık okulu ve neo-marksist eğilimler önemsizleştirilmiştir. Bu dönemde küreselleşme ile ulus devlet kavramının önemini yitirdiği ve devletin ekonomideki rolünün azalması  savunulmaya başlanmıştır[6].

Türkiye’de Gelişme Yazını

Türkiye’de konu Avrupalılaşma, Batılılaşma, Muasırlaşma, Çağdaşlaşma, Modernleşme kavramları çerçevesinde tartışılmıştır. Osmanlı döneminde askeri amaçlı olarak batıcılık gündeme gelmiş ve batının teknolojisini alırken, ahlaki değerlerin korunmasına vurgu yapılmıştır (Belge, 1983). Cumhuriyet döneminde ise kültürel anlamda da Batılılaşma anlayışı yerleşmiştir. Batının kültürüne gerek olmadığını söyleyen Ziya Gökalp gibi gelenekselciler yanı sıra Bütüncüler çağdaş uygarlıktan kaçınılamayacağını belirtmişlerdir (Tunaya, 1983).

Osmanlı ve Cumhuriyet’te Batılılaşma devlet politikası olarak ele alınmış ve yukarıdan aşağıya karakter taşımaktadır. Batıcı-ilerici ve doğucu-gerici ayrışması içinde tartışılmıştır. Aydınlar için temel sorun teknolojik gerilikti. Bu anlamda sınıf ayrımını red eden pozitivist anlayış oldukça rağbet görmüştür.

1930’lar Türkiye aydınları için kalkınma özel bir sorun olarak ele alınmıştır. Köylülük korunmaya çalışılırken, tarımdan sanayiye artık aktarılması yoluyla sanayi toplumu olunması başlıca sorun olarak ele alınmıştır. Anti empğeryalist Kadrocu görüş yönetimce de benimsenmiş ancak uygulaması gerçekleştirilememiştir (Gülalp, 1983).

Bu görüş 1960’larda Avcıoğlu ve Yön çevrelerinde tekrar güncellenmiş, Türkiye’deki kapitalizmin gelişmiş olup olmadığı, ve nasıl olduğu sorunları üzerine tartışmalar yapılmıştır.Bu dönemde resmi olarak da planlı kalkınma benimsenmiştir.

1970’lerde egemen üretim biçimler ve tarımda üretim biçimleri tartışılmış, tarımsal üretimin nasıl dönüştürülebileceği üzerine çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

1980’lerden günümüz kadar ise neo-modernizasyon görüşleri egemen olmuştur.

DEGERLENDIRME

Gelişme yazınında çeşitli eleştiriler olmakla birlikte temelde modernleşme ve bağımlılık okulu çerçevesinde tartışmalar yapılmaktadır. Batıda teori üretilip, bizim gibi azgelişmiş ülkelerde bunların uygulanmasını sağlayan bilim adamlarının bilimsel işbölümüne uyması beklenebilir bir sonuçtur. Ancak bu konuda Batıya veri sunan Türk bilim adamlarının kendi çalışmalarının kuramsal boyutlarını da ele almaları beklenmelidir. Özellikle toplumların gelişmesi gibi konularda çalışanların bilginin taraflılığını bilerek yaptıkları işin daha da farkında olmaları beklenmelidir.

Küreselleşmenin kaçınılmaz olarak gerçekleştiği günümüzde özellikle bizim gibi azgelişmiş ülke aydınlarının gelişme ve gelişememe, üretim ve tüketim konularını her boyutu ile ele almaları ve toplumu oluşturan kesimlerin ve sınıfların bilgilendirilmesine yönelik kuramsal çalışmaları yapmaları ve çıkış yolunda atılacak adımları planlamaları gerekir.

Makale yazarının gelişme konusunda dünyada yaşanan gelişmeleri ve kuramları ele aldığı çalışmasından çıkardığı son derece önemli sonuçların hayata geçirilebilmesi için gerek içe bilgi akışını sağlayacak mekanizmaların kurulması ve bu konuda eldeki varolan teknolojik olanakların günümüzde yeterince olanak sağladığını fakat gerekli ortamların ve organizasyonların sağlanamadığını görmekteyiz.

Özellikle yeni nesillerin yoğun olarak kullandığı internet teknolojilerinin çok daha yoğun kullanılması ve popüler bilim toplantıları yoluyla, bilimsel kuramların medyatik sunumlarının planlanması gerekmektedir.

DIPNOTLAR

 

[1] s.9

[2] s.10-11

[3] s.11

[4] s.12

[5] s.14

[6] s.19

My Contact Information

Links to Other Sites